23 Nisan 2019 Salı

Kemaleddin İsmail Bey



                                 Kemaleddin İsmail Bey
                                        1443 — 1460

İbrahim beyin ölümü üzerine, yerine oğlu Kemaleddin İsmail Bey Kastamonu emin oldu. İsmail beyin, bu sırada, kardeşi Kızıl Ahmet Bey ile, veraset işinden dolayı aralan açıldı. Fakat Osmanlı Padişahı tarafından Kızıl Ahmet beye Bolu sancağı tımar olarak verildiği için bu ara açıklığı uzun sürmedi ve iş halledildi.

İsmail bey, kendisini korkutan bu işten sonra gerek babası İbrahim Bey ve gerekse dedesi İsfendiyar beyin son zamanlan gibi, vaktini sulh ve sükûn içinde geçirmeğe başladı.

Fatih Mehmed’in Kastamonu’yu zapta teşebbüsü:
Aradan hayli zaman geçtikten sonra, İsmail Bey bir gün, Fatih Mehmed’ten bir mektup aldı. Fatih Mehmet mektubunda, “gemilerimizi Trabzon’a gönderiyoruz. Giderken Sinop’a da uğrayacaklardır. Şayet içeride gemilerin kalafatı ve saire yapılması icap ederse gerek Akliman’da ve gerekse Büyük Liman’da yapılmasına izin ver. Gemilerin her ne işleri olursa Padişah hatırı için gör. Dostluk ve sevgi izhar et. Kaptana harç akçası ver. Şayet paran yetmezse, Padişah için ayrılan bakır Küresinden, Padişah için ayrılan akçadan harca. Ve hem de adamlarım bir edepsizlik ederlerse haklarından gel. Her ne suretle olursa olsun işi idare et. Benim gönlüm sana hoştur. Ayrıca, ya kendin veyahut bir adamını Osmanlı ordusuna yardım için, yetecek kadar bir kuvvetle hazır bulundur.’’ Diyordu.

İsmail bey bu mektubu alır almaz hemen Sinop’a gitti. Oradaki memurlarına, “geçen sene Cenevizliler elinde bulunan Amasra kalesinin Fatih Mehmet tarafından alınmasından sonra sıranın Sinop’a geldiğini hatırlattı ve Padişahın askerlerine, mektup mucibince ne yapılması lâzım geliyorsa hepsinin yapılmasını tembih etti ve tekrar Kastamonu’ya döndü.

Fatih bu sıralarda Arnavutluk işini ortadan kaldırınca, bir Anadolu seferi düşünmüştü. Bahara kadar kara ve deniz hazırlıkları ile meşgul olmuştu.

Mahmut paşa kumandasındaki askerin Kastamonu’ya hareketi:
Bu mektubun arkasından
Mahmud Paşa Edirne’ye gitti. Rumeli'deki kara ve deniz askerlerini topladı, tekrar Bursa’ya döndü. Ayrıca, Anadolu’dan da epeyce asker de Bursa’da toplanmıştı. Askerî hazırlıklar bitirilince, yüz elli kadar gemi ve pek çok asker, Mahmut Paşa kumandasında olarak Karadeniz’e gönderildi. Padişah da kara askerlerini kumandasında toplayarak Bolu, Ankara yolile Kastamonu’ya hareket etti.


İsmail Bey gerek denizden ve gerekse karadan yapılan bu hareketi haber alınca ‘’bu işte başka bir maksat olacak’’ diye düşündü ve Kastamonu’nun elinden alınacağını tahmin etti. Bu sırada Fatih, İsmail beye ikinci bir mektup göndererek "oğlun Hasan beyi, işe yarar adamlarla Ankara’ya gönder, Ankara’da benimle buluşsun’’ diye bir emir verdi.

İsmail bey, padişahın istediği şeylerin hepsini yapmıştı. Sinop’taki memurları, gemilere her türlü tahminin üstünde ikramda bulunmuşlardı. Bu defaki emri de yerine getirdi ve oğlu Hasan beyi de yanına bir miktar asker vererek Ankara’ya yolladı.

Hasan bey Ankara’ya varınca, Fatihin adamları kendilerini yakaladılar ve kapıcılar çadırına götürdüler. Bu sırada İsmail beyin kardeşi Kızıl Ahmet Bey de Fatihin yanında bulunuyordu. O zamanlar Bolu, Kızıl Ahmet beyin tımarı altında idi. Mahmut paşa da Kızıl Ahmet beyin aklını çelmiş, onu da kardeşi aleyhine tahrik etmişti. Mahmut paşa Kızıl Ahmet beye "Padişah, İsmail Bey’in vilâyetini sana sadaka olarak verir’’ diyordu. Hatta bu sözünü bir beratla da tevsik ederek Kızıl Ahmet beye vermişti.

Fatihin Kastamonu’yu zaptı ve İsmail beyin Sinop’a gidişi:
İşte bu sırada Hasan tutulmuştu. Padişah, Hasan’ın sancağını Kızıl Ahmet beye verdi ve onu Kastamonu’ya gönderdi. Kızıl Ahmet Bey çabukça Kastamonu’ya geldi. Vilâyet halkı kendisini bildiği ve padişahlarının oğlu olduğu için ona itaat ettiler. İsmail Bey, halkın kardeşine itaat ettiğini görünce, Kastamonu’da neyi var, neyi yoksa hepsini toplayarak Sinop’a gitti ve Sinop kalesine sığındı.


Bu sırada Fatih Kastamonu’ya yetişti ve burasını resmen zaptetti. (865 H — 1459 M). Ve İsmail beyin Sinop’a gittiğini haber alınca durmadan Sinop’a hareket etti.

Bu esnada Mahmut Paşa da Kızıl Ahmet beyle birlik Sinop’a gittiler. Padişah da kendilerini yavaş yavaş takip etti. Mahmut paşa ve yanındakiler, Sinop kalesinin yanına kadar vardılar.

Sinop’un da İsmail beyin elinden alınması:
Fatih, Sinop’un kan dökülmeden zaptedilmesini arzu ediyordu. Mahmut paşa, Fatihin bu düşüncesini bildiğinden İsmail beye son bir mektup yazarak ‘’Padişahın bana olan fermanına göre, buraları ele geçirmeden çekilip savuşmak ihtimalimiz yoktur. Ancak din kardeşliği dolayısile size bu hususta doğru yolu göstermeyi uygun gördük. Irz, mal, çoluk ve çocuğunuz perişan olmadan bu işi iyi bir şekilde hallederseniz hakkınızda çok hayırlı bir şey olur.’’ tavsiyesinde bulundu.


İsmail Bey bu mektubu alınca, kaleyi teslimden başka kurtuluş çaresi olmadığını anladı ve Mahmut paşanın sözünü tuttu. Bunun üzerine kale duvarı üzerinden hayatının muhafazası hususunu, Mahmut Paşa ile görüştü. Mahmut paşadan söz ve yemin aldı. Bundan sonra, hisar kapısından çıkarak Mahmut beyin yanına geleceğini bildirdi.

Fatih Mehmed’le İsmail beyin görüşmesi:
Fatih Hisarın alındığını, İsmail beyin de Mahmut paşaya sığındığını duyunca, İsmail beyin şanına layık olan tazimat’’
mülûkâne ile yanına çı­karılmasını emreyledi. Orada bulunan vezirler, İsmail beyin önünde eğildiler. İsmail bey padişahın yanına çağırıldı. Kendisi otağa girdiği zaman, Fatih de ayağa kalktı ve birkaç adım ilerleyerek İsmail beyi karşıladı. İsmail bey, Fatih'in elini öpmek istedi. Fatih, kendisine “sen benim ulu kardeşimsin’’ diye elini vermedi. Biraz ayakta konuştuktan sonra, elinden tutarak oturduğu serire birlikte oturdular. Fatih İsmail beye hürmette kusur etmedi. Ve kendisine Bursa Yenişehir'i ile İnegöl ve Yarhisar’ı tımar olarak verdi.


Bunun üzerine İsmail Bey Kastamonu’ya geldi. Fatih de Kastamonu ve Sinop’a kendi adamlarını yerleştirdi. Kastamonu askeri de kızıl Ahmet beyin kumandası altında toplandı. Fatih, İsmail beyin oğlu Hasan beye de Bolu sancağını verdi. Bunun üzerine Hasan Bey, Fatihle beraber Trabzon seferine hareket etti.

İsmail beyin Kastamonu'dan ayrılması:
İsmail Bey, Kastamonu'ya gelince, doğruca Devrekâni’ye gitti. Çoluk çocuğunu, eşya ve sairesini topladı. Veziri
Şahabeddin ağa da yanında idi. Yenişehir’e hareket etti. Artık orada oturmağa başladı.
Bu sırada. Karaman oğlu, Fatih ile birlik Kastamonu’ya gelmek üzere Ankara’ya kadar gelmiş, Fatih de kendisine ikramda bulunmuş ve babasının yanına göndermişti. Padişah Sinop’tan Trabzon’a hareket edince Karaman Oğlu tekrar Fatihe karşı ayaklanmış ve Yenişehir’de oturmağa başlayan İsmail beye de haber göndererek "Osman oğlunun fırsatını bulduk. Yenişehir’de oturma. Bu taraftan ben sana yardım ederim, bir taraftan da Uzun Hasan’a haber gönderelim. O zaman sen de vilâyetine
git.’’ teklifinde bulundu. İsmail bey bu teklifi reddetti ve "Kastamonu’nun Kızıl Ahmet bey elinde olduğunu, kardeşine karşı hareket etmeyeceğini bildirdi.

İsmail bey nasıl bir zattı?
İsmail Bey Kastamonu’dan ayrılınca, bir kısım zamanını Yenişehir’de geçirdi ve sonra, Fatih tarafından Filibe’ye gönderildi; ölümüne kadar Filibe’de kaldı.


Kendisi Filibe’de, yaptırmış olduğu Bey Mescidi "ibni Kasım’’ adile anılan mescidin yanındaki türbesine gömüldü. (İsmail Bey’in Filibe’deki türbe ve mescidi, umumî harbin başında Bulgarlar tarafından yıkılmış ve Bulgarların Olavna Ulitsa(?) dedikleri bir büyük cadde geçirilmiştir.)

İsmail bey, Candaroğulları ailesi içinde olduğu kadar, Osmanlılar da dahil olduğu halde, birçok Türk ve İslâm hükümdarları içinde en dikkate eğer bir Türk ve Müslüman hükümdarıdır.

Çok alim, fazıl, halim, selim ve sakin bir zat olan İsmail beyin hürmet ve sevgisini, aradan beş yüz senelik bir zaman geçmiş olmasına rağmen, muhitin bütün halk ve münevverleri hâlâ taşımaktadır.
İsmail bey zamanında, en küçük bir gürültüden dahi çekinmiş ve sükûn içinde geçen hayatını, Kastamonu’nun imarına, ilim ve fennin yükselmesi ve ilerlemesi yolundaki hizmetlere hasr ve tahsis eylemiştir, işte bu yüzdendir ki, İsmail beyin devrinde Kastamonu, devrinin en ileri bir
ilim şehri olmuş ve hatta bu şöhret, hükümdarın ölümünden sonra bile yıllarca sürüp gitmiştir.


İsmail bey, Kastamonu’da ilim hareketlerine rehber oluşu ile, eserlerile bütün İslâm âleminde de kendisine bir şöhret ayırtmağa muvaffak olmuştur.

Seyit Şerif talebesinden Seyit Ali Acemi, riyaziyat mütehassısı Şirranlı(?) Fethullah, Kıraat ilminde ihtisası olan ve tecvitten meşhur Risalei Münci’yi yazan Kastamonulu Ömer, Miyarüleşar müellifi Halit oğlu Yunus, İsmail bey tarafından ilim ve faziletine hürmeten kendisine medrese ve kütüphane yaptırılan Niksarlı Muhiddin, kazainüssürur miftahunnur adlı tıp eserinin müellifi Sinoplu Halit oğlu Mümin, tabibi hazik Tebrizli Mevlana Kemal ve saire gibi fikir adamları; Sinoplu Mehmet, Kastamonulu Türabi, Hamdi, Senayi ve Haki gibi şairler ve edipler, Hayreddin Halil ve saire gibi müderris ve ulema hep İsmail Bey tarafından himaye edilmişlerdir.

İsmail bey, fıkıhtan Hulviyat adındaki yetmiş baplık ve 648 sahifelik büyük eseri yazarken etrafındaki ilim adamlarına da Türkçe eserler telif ve terceme ettirmekten geri kalmamış ve kabiliyetli adamları teşvik ve himaye etmekten geri durmamıştır. (İsmail Bey’in Hülviyatı, birçok fıkıh meselelerini çok vazıh bir şekilde, açık olarak teşrih etmektedir. Bu çok kıymetli eserin, basılmamış olmakla beraber, birçok nüshaları hala vardır. Eserin bir nüshası da Ankara’daki Maarii Vekaleti kütüphanesindedir.) Ayrıca bu muhtelif ilim ve fen şubelerine ait eserlerin telif ve tercemesi sırasında, bilhassa onların Türkçe olmasına da fazla ehemmiyet verdirmiştir.

Şair Hâmidinin İsmail Bey ve Kastamonu hakkındaki mersiyesi:
Şair Hamidi, İsmail beyin emri olduğu zamanda Kastamonu’ya gelmiş ve burada bir kaç gün kalmıştır. Bu şairin ele geçen divanının içinde pek çok methiyeler vardır. Bu divanın bir hususiyeti varsa, o da zamanının bildiğimiz divan sahiplerinden eski olması ve pek çok kasidelerinin Fatih Mehmet’e ait bulunmasıdır. İşte bu divanın içinde şair, Kastamonu’ya ve hükümdar İsmail beye de hayli mühim bir yer ayırmıştır. Hatta şair, İsmail beyi bir defa da Filibe’de görmüştür.
Hamidi, Kastamonu’ya geldiği zaman burada müthiş bir kış hüküm sürüyormuş. Şair, bu kışı pek müthiş bir surette tasvir etmektedir. Şehrin sularını ve havasını da pek beğenmekte ve sularını Fırat’a, havasını da Bağdad’ın havasına benzetmektedir.

Hâmidî, kasidesinde kaleden de bahsetmekte ve onun semavi bir istihkâm halinde olduğunu yazmaktadır. İsmail bey hakkında yazdıkları daha mühim ve dikkate değer bir vaziyettedir.
Hayli uzun olan bu kasidenin bir hülâsasını buraya yazmak her halde faydasız olmayacaktır. Kasidenin hülâsası şöyledir:

“Güneş bulutlara saklandı, yer, karın içine gömüldü. Şimdi artık ne yerin karalığı, ne de güneşin ziyası görülüyor. Sular, kışın dehşetinden, tıpkı bir cıva gibi dondu. Göğün ateş nefesli güneşi, kışın soğukluğu yanında, ejderha bile olsa ses çıkaramıyor... Soğuk nefesimden, kirpiklerim buz bağladı.
Zamanın Dârâsı, İsmail han, çok büyük bir hükümdardır. O, öyle büyük bir hükümdardır ki, Allah’ın nurları onun kalbinde görünür. Zühtü takva sahibi olan bu hükümdarlar hükümdarının yanında güneşin büyüklüğü, Süha yıldızından daha küçüktür. Hükümet tahtının babında dürüst oturmayan hükümdarların ruhu, onun temiz nefesinden himmet istiyorlar... Herkes, onun kılıcından korkar, kaleminden lutfumar.

Ey büyük, güneş gibi parlak hükümdar! Senin altın bağışlayan din güneşten daha ziyade verimlidir. Senin kerem elinle, güneşi mukayese etmek, birbirine ne kadar zıt bir şey olur... Senin keskin kılıcın, düşmana kaçmak için yol göstericidir.

Sen, deniz gibisin, evlâtların da denizdeki inciler gibidir.
Sen, güneş gibisin, evlatların da gökteki ay gibidir.
Memleketin hâkimisin, Müslümanlığın istinatgâhısın…
Kastamonu, senin adaletinle, Çin ve Hata memleketlerinden daha iyidir. Senin zamanında mamur olmasını dilediğim Kastamonu’nun suyu ve havası çok hoştur. Kastamonu’nun tatlı suyu Fırat gibidir. Havası da tıpkı Bağdadın havasıdır.

Şehrin kalesi, müstahkem bir gök burcu gibidir. O, yükselmiş, bir demir parçası gibi dağ olmuştur. Bu kale, bu kuvvetli hisar bana öyle güzel görünüyor ki, ben onu, kendi eteğini kendi beline bağlamış bir
mermere benzetiyorum. Kaleni, sanki göğe yetişmiş görüyorum. Bence, onun bekçisi zuhal, kapısındaki arap da azradır.


Düşmanların muharebe gününde, onun yalnız burcunu görecekler, ona gözlerinden gayrı ok ve başka silâhları erişemeyecektir.

Senin itaat hisarından cahillikle dışarı çıkanların başına, gökten taş yağsa, yeri vardır...''  


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Mehmet Önder Atatürk'ün Yurt Gezileri - Kastamonu Bölümü

Atatürk, kurduğu Cumhuriyetin çağdaş medeniyette yerini alabilmesi için, devrimlerle bütünleşmesi gereğine yürekten inanıyordu. Cumhuriyet, ...