16 Ağustos 2018 Perşembe

İneboluda Bir Konuşma

İNEBOLU DA BİR KONUŞMA (28. VIII. 1925)

Türk Ocağında giyim ve şapka hakkında.

Hanım ve Bey arkadaşlarım;

Bana huzuru nezihanenizde söz söylemek fırsatını bahşettiniz diye çok bahtiyarım. Bunun için size sureti mahsusada teşekkür ederim. Derakap ilâve etmeliyim ki, inebolu’nun muhterem halkı beni çok samimi kabul etti; hakkımda kalbî tezahüratta bulundu. Bunun bende tevlit ettiği memnuniyet hislerini Belediye dairesinde ve hükümet konağında bilvesiyle söylemiştim. Fakat burada, huzurunuzda bir defa daha bu memnuniyetimi ve samimi teşekküratımı ifade etmek benim için çok zevkli bir vazifedir. Müsaadenizle onu izah edeyim :

Arkadaşlar, ben sevgili memleketimizin hemen bütün aksamını gezdim, gördüm. Vatandaşlarımızın büyük kitleleriyle yakından temas ettim. Bütün bu candan temaslarımın bende bıraktığı silinmez hâtıratı şad ve tezkâr ederken, beyan etmeliyim ki bu havalide, Çankırı ve Kastamonu havalisinde ilk defa olarak seyahat ediyorum. Arkadaşlar, bu havaliyi yakından görmek benim için mukaddes bir emel halinde idi. Bu emel şüphesiz memleket ve millet vezaifini vukufla ifa noktai nazarından aynı zamanda bir vazife idi. Onun için vilâyet namına Ankara'ya gelen heyeti muhteremenin vukubulan davetine memnuniyetle ve derhal icabet ettim. Bu noktada güzel ve yüksek bir tecelliyi ifade etmek, benim için çok medarı iftihar olacaktır. Mühim bir vazifenin ifasında benden evvel müteşebbis, millet olmuştur. Benim şu veya bu sebeple tehir ettiğim mühim vazifeyi millet hana ihtar etmiş ve yaptırmıştır. Bunu milletin ruhu müşterekindeki ulviyet ve rüşde parlak bir misal olarak zikretmeliyim.

Efendiler; bu hitap münasebetiyle ufak bir noktayı tekrar edeyim. “Efendiler” dediğim zaman başka yerde olduğu gibi burada da bunun medlülü Hanımefendiler ve Beyefendilerdir. Bu seyahatim ne isabet oldu, vâsi ormanlariyle, müteaddit ve mütenevvi madenleriyle Türkiye Cumhuriyetinin en mühim servet menbalarını ihtiva eden bu mıntakayı yakından görmek benim için ne kadar istifadeli oldu. Fakat çok yüksek sada ile ifade etmeliyim ki, bundan daha çok ve daha kıymetli istifade bahş olan şey, bu mıntaka halkıyle yakından temaa etmek oldu. Bütün meşhudatım her noktai nazardan beni çok bahtiyar etmiştir. Çankırı’da, Kastamonu’da, Ankara’dan İnebolu'ya kadar bütün bu üç yüz elli kilometrelik güzergâhta, bugün burada samimi huzurlariyle şerefyâb olduğum muhterem İnebolulularda gördüğüm tenevvür, yüksek zihniyet ve inkişaf derecesi cidden iftihara şayestedir. Cidden ehemmiyetle zikre şayandır. Bu bâriz hakikatin aksini iddia edenlerin de, mevcudiyetini düşündükçe müteellim oluyorum. Bu gibiler millete, milletin istidadına, milletin yüksek âmâline ne kadar bigânedirler. Bu gibiler kendi gafietlerini umumi zannetmek gafleti amikasındadırlar. Kendi dar zihniyetlerini vahidi kıyasî tutarak milleti her türlü yüksek teceddütten mahrum etmeğe kalkışıyorlar. Milletin medeniyet ve insanlık yolundaki uzun hatvelerini durdurmak için âdeta çırpınıyorlar. Fakat o gibiler niçin düşünmüyor ki, buna artık imkân kalmamıştır.

Ey memleketini seven ve memleketi, milleti için hayatım fedadan çekinmemiş bulunan kıymetli vatandaşlar! Hep beraber bütün cihana sarih ifade edelim ki, hunca inkılâbatın şuurlu kahramanı olan bu millet, medeniyet güneşinin bütün hararetini almıştır. Şüphe etmeğe mahal var mıdır ki, bu hararetin füyuzatı elbette emrivaki halinde feyizli olarak fışkırmaktadır. Muhterem arkadaşlar, gerçi çok kısa zamanda seri ve kesif denilecek kadar siyasi, idarî, içtimai inkılâplar yaptık. Bu yaptıklarımızın sür’at ve kesafetinden ancak memnuniyetle ve bahtiyarlıkla bahsolunabilir. Çünkü bu böyle olmasaydı, kurtuluş ihtimali tehlikeye düşebilirdi. Emniyet etmek muvafıktır ki, ve böyle yapmak zarureti olduğu içindir ki, böyle yaptık. Artık bugün her şeyi anladığına kani olduğum muhterem vatandaşlar size sual tarzında bazı hitaplarda bulunacağım. Hâkimiyetine sahip olan bu milletin başında bir dakika bile olsun bir sultanı bırakmak caiz olabilir miydi? Bunu sizden soruyorum (asla, katiyen sesleri).

Sevgili kardeşlerim, fikir ve idrak sahibi olduğunu büyük hâdisat ile inat etmiş olan bu millet, Allahın gölgesi, peygamberin vekili olduğunu iddia küstahlığında bulunan halife unvanındaki gafillere, cahillere, riyakârlara vatanında, vicdanında yer verebilir miydi? Bunu sizden soruyorum (haşa, katiyen sesleri). Büyük millet, cihan ailei medeniyetinde mevkii ihtiram sahibi olmağa lâyık Türk milleti, evlâtIarına vereceği terbiyeyi mektep ve medrese namında birbirinden büsbütün başka iki nevi müesseseye taksim etmeğe halen katlanabilir miydi? Terbiye ve tedrisatı tevhit etmedikçe aynı fikirde, aynı zihniyette fertlerden mürekkep bir millet yapmaya imkân aramak abesle iştigal olmaz mıydı?

Efendiler, Türkiye Cumhuriyetini tesis eden Türk halkı medenidir. Tarihte medenidir, hakikatte medenidir. Fakat ben sizin öz kardeşiniz, ırkadaşınız, babanız gibi medeniyim diyen Türkiye Cumhuriyeti halkı; fikriyle, zihniyetiyle medeni olduğunu ispat ve izhar etmek mecburiyetindedir. Medeniyim diyen Türkiye Cumhuriyeti halkı aile hayatiyle, yaşayış tarziyle medeni olduğunu göstermek mecburiyetindedir. Velhasıl medeniyim diyen, Türkiye’nin, hakikaten medeni olan halkı başından aşağıya vaz’ı haricisiyle dahi medeni ve mütekâmil insanlar olduğunu fiilen göstermeğe mecburdurlar. Bu son sözlerimi vazıh ifade etmeliyim ki, bütün memleket ve cihan ne demek istediğimi suhuletle anlasın. Bu izahatımı heyeti aliyenize, heyeti umumiyeye bir sualle tevcih etmek istiyorum, soruyorum:
Bizim kıyafetimiz millî midir? (hayır sadaları). Bizim kıyafetimiz medeni ve beynelmilel midir? (Hayır, hayır sadaları) Size iştirak ediyorum. Tâbirimi mazur görünüz. Altı kaval üstü şişhane diye ifade olunabilecek bir kıyafet, ne millidir ve ne de beynelmileldir. O halde kıyafetsiz bir millet olur mu arkadaşlar? Böyle tavsif olunmağa razı mısınız arkadaşlar? (hayır hayır katiyen sesleri). Çok kıymetli bir cevheri çamurla sıvayarak enzarı âleme göstermekte mâna var mıdır? Ve bu çamurun içinde cevher gizlidir, fakat anlıyamıyorsunuz ip demek musip midir? Cevheri gösterebilmek için çamuru atmak elzemdir; tabiidir. Cevherin muhafazası için bir mahfaza yapmak lâzım ise onu altından veya plâtinden yapmak icab etmez mi? Bu kadar açık hakikat karşısında tereddüt caiz midir? Bizi tereddüde sevkedenler varsa onların humk ve belâhatine hükmetmekte hâlâ mı tereddüt edeceğîz? Arkadaşlar, Turan kıyafetini araştırıp ihya eylemeğe mahal yoktur. Medeni ve beynelmilel kıyafet bizim için çok cevherli, milletimiz için lâyık bir kıyafettir. Onu iktisa edeceğiz. Ayakta iskarpin veya fotin, bacakta pantalon, yelek, gömlek, kıravat, yakalık, ceket ve bittabi bunların mütemmimi olmak üzere başta siperi şemali serpuş, bunu açık söylemek isterim. Bu serpuşun ismine şapka denir. Redingot gibi, bonjur gibi, smokin gibi, frak gibi... İşte şapkamız diyenler vardır. Onlara diyeyim ki çok gafilsiniz ve çok cahilsiniz ve onlara sormak isterim :

Yunan serpuşu olan fesi giymek caiz olur da şapkayı giymek neden olmaz ve yine onlara, bütün millete hatırlatmak isterim ki, Bizans papaslarının ve Yahudi hahamlarının kisvei mahsusası olan cüppeyi ne vakit, ne için ve nasıl giydiler? Bu noktai nazara ait beyanatımı bitirmeden evvel birkaç kelime daha söylemek isterim.

Efendiler, içtimai hayatın mebdei, aile hayatıdır. Aile izaha hacet yoktur ki, kadın ve erkekten mürekkeptir. Kadınlarımız hakkında, erkekler hakkında söz söylediğim kadar fazla izahatta bulunmıyacağını. Bu mevcudiyeti ulviyeyi bilhassa huzurlarında müsamaha ile geçemem. Müsaade buyurulursa bir iki kelime söyliyeceğim ve siz söylemek istediğimi suhuletle anlıyacaksınız. Esnayı seyahatimde köylerde değil bilhassa kasaba ve şehirlerde kadın arkadaşlarımızın yüzlerini ve gözlerini çok kesif ve itina ile kapatmakta olduklarını gördüm. Bilhassa bu sıcak mevsimde bu tarz kendileri için mutlaka mucibi azap ve ıstırap olduğunu tahmin ediyorum. Erkek arkadaşlar bu biraz bizim hodbinlîğimiz eseridir. Çok afif ve dikkatli olduğumuzun icabıdır. Fakat muhterem arkadaşlar, kadınlarımız da, bizim gibi müdrik ve mütefekkir insanlardır. Onlara mukaddesatı ahlâkiyeyi telkin etmek, millî ahlâkımızı anlatmak ve onların dimağını nur ile, nezahetle techiz etmek esası üzerinde bulunduktan sonra fazla hodbinliğe lüzum kalmaz. Onlar yüzlerini cihana göstersinler. Ve gözleriyle cihanı dikkatle görebilsinler. Bunda korkulacak bir şey yoktur.

Arkadaşlar, sureti mütehakkıkada telâffuz ediyorum. Korkmayınız, bu gidiş zaruridir. Bu zaruret bizi yüksek ve mühim bir neticeye isal ediyor. İsterseniz bildireyim ki, bu kadar yüksek ve mühim bir neticeye vusul için lâzım gelirse, bazı kurbanlar da verelim. Bunun ehemmiyeti yoktur. Mühim olarak şunu ihtar ederim ki, bu halin muhafazasında taannüt ve taassup, hepimizi her an kurban koyun olmak Hanım ve Bey arkadaşlarım! Size mâlumunuz olan bir hakikatı kısa bir cümle ile tekrar arzedeceğim; beni mazur görünüz. Medeniyetin coşkun seli karşısında mukavemet beyhudedir ve o, gafil ve itaatsizler hakkında çok biamandır. Dağları delen, semalarda pervaz eden, tetkik eden medeniyetin muvacehei kudret ve ulviyetinde kurunu vustaî zihniyetlerle, iptidai hurafelerle yürümeğe çalışan milletler mahvolmağa veya hiç olmazsa esir ve şekil olmağa mahkûmdurlar. Hâlbuki Türkiye Cumhuriyeti halkı müceddit ve mütekamil bir kitle olarak ilelebet yaşamağa karar vermiş, esaret zincirlerini ise tarihte namesbuk kahramanlıklarla parça parça etmiştir.

Ayın Tarihi, Eski Seri : No, 18, s. 469-472.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Mehmet Önder Atatürk'ün Yurt Gezileri - Kastamonu Bölümü

Atatürk, kurduğu Cumhuriyetin çağdaş medeniyette yerini alabilmesi için, devrimlerle bütünleşmesi gereğine yürekten inanıyordu. Cumhuriyet, ...