27 Nisan 2019 Cumartesi

Kızıl Ahmed Bey


                         Kızıl Ahmet Bey
                                       1460- 1462
Fatihin Kastamonu’yu zaptından sonra Candaroğulları sülalesinin Kastamonu emaretleri sona ermemiştir.

Fatih Kastamonu’yu işgal edip Trabzon’u da almağa gittiği zaman yanına, İsmail beyin kardeşi Kızıl Ahmet beyi de aldı. Dönüşte kendisini Kastamonu Emiri tayin etti.

Kızıl Ahmet Bey Kastamonu da iki sene kadar emirlik yaptı.

Fakat biraz sonra, Sinop, Osmanlılar tarafından işgal edilince kendisi emirlikten azledildi ve Kastamonu da tamamile Osmanlılar eline geçti (867 H — 1462 M). Kızıl Ahmet beyin üzerine de Mora sancağı
verildi. Bu suretle Kastamonu, Candaroğulları’nın elinden alındı ve bir Osmanlı ülkesi oldu.

Kızıl Ahmet Bey Mora’ya gitmedi, Bolu’ya geçti; oradan da Karaman oğlunun yanma gitti. Sonra da Acemistana giderek Uzun Hasan’a sığındı.

Oralarda çok kalmadı. Fatih Mehmed’in ölümü üzerine, Bayezid II’nin yanına geldi, ölümüne kadar Osmanlı topraklarında yaşadı.

Kızıl Ahmet beyin ölümü tarihi belli değildir. Oğlu, Musa Paşa ve Mirza Mehmet Paşa ve onun oğulları Şemsi Ahmet ve Mustafa paşalar Osmanlı vezirleri arasında bulunmuşlardır.

23 Nisan 2019 Salı

Kemaleddin İsmail Bey



                                 Kemaleddin İsmail Bey
                                        1443 — 1460

İbrahim beyin ölümü üzerine, yerine oğlu Kemaleddin İsmail Bey Kastamonu emin oldu. İsmail beyin, bu sırada, kardeşi Kızıl Ahmet Bey ile, veraset işinden dolayı aralan açıldı. Fakat Osmanlı Padişahı tarafından Kızıl Ahmet beye Bolu sancağı tımar olarak verildiği için bu ara açıklığı uzun sürmedi ve iş halledildi.

İsmail bey, kendisini korkutan bu işten sonra gerek babası İbrahim Bey ve gerekse dedesi İsfendiyar beyin son zamanlan gibi, vaktini sulh ve sükûn içinde geçirmeğe başladı.

Fatih Mehmed’in Kastamonu’yu zapta teşebbüsü:
Aradan hayli zaman geçtikten sonra, İsmail Bey bir gün, Fatih Mehmed’ten bir mektup aldı. Fatih Mehmet mektubunda, “gemilerimizi Trabzon’a gönderiyoruz. Giderken Sinop’a da uğrayacaklardır. Şayet içeride gemilerin kalafatı ve saire yapılması icap ederse gerek Akliman’da ve gerekse Büyük Liman’da yapılmasına izin ver. Gemilerin her ne işleri olursa Padişah hatırı için gör. Dostluk ve sevgi izhar et. Kaptana harç akçası ver. Şayet paran yetmezse, Padişah için ayrılan bakır Küresinden, Padişah için ayrılan akçadan harca. Ve hem de adamlarım bir edepsizlik ederlerse haklarından gel. Her ne suretle olursa olsun işi idare et. Benim gönlüm sana hoştur. Ayrıca, ya kendin veyahut bir adamını Osmanlı ordusuna yardım için, yetecek kadar bir kuvvetle hazır bulundur.’’ Diyordu.

İsmail bey bu mektubu alır almaz hemen Sinop’a gitti. Oradaki memurlarına, “geçen sene Cenevizliler elinde bulunan Amasra kalesinin Fatih Mehmet tarafından alınmasından sonra sıranın Sinop’a geldiğini hatırlattı ve Padişahın askerlerine, mektup mucibince ne yapılması lâzım geliyorsa hepsinin yapılmasını tembih etti ve tekrar Kastamonu’ya döndü.

Fatih bu sıralarda Arnavutluk işini ortadan kaldırınca, bir Anadolu seferi düşünmüştü. Bahara kadar kara ve deniz hazırlıkları ile meşgul olmuştu.

Mahmut paşa kumandasındaki askerin Kastamonu’ya hareketi:
Bu mektubun arkasından
Mahmud Paşa Edirne’ye gitti. Rumeli'deki kara ve deniz askerlerini topladı, tekrar Bursa’ya döndü. Ayrıca, Anadolu’dan da epeyce asker de Bursa’da toplanmıştı. Askerî hazırlıklar bitirilince, yüz elli kadar gemi ve pek çok asker, Mahmut Paşa kumandasında olarak Karadeniz’e gönderildi. Padişah da kara askerlerini kumandasında toplayarak Bolu, Ankara yolile Kastamonu’ya hareket etti.


İsmail Bey gerek denizden ve gerekse karadan yapılan bu hareketi haber alınca ‘’bu işte başka bir maksat olacak’’ diye düşündü ve Kastamonu’nun elinden alınacağını tahmin etti. Bu sırada Fatih, İsmail beye ikinci bir mektup göndererek "oğlun Hasan beyi, işe yarar adamlarla Ankara’ya gönder, Ankara’da benimle buluşsun’’ diye bir emir verdi.

İsmail bey, padişahın istediği şeylerin hepsini yapmıştı. Sinop’taki memurları, gemilere her türlü tahminin üstünde ikramda bulunmuşlardı. Bu defaki emri de yerine getirdi ve oğlu Hasan beyi de yanına bir miktar asker vererek Ankara’ya yolladı.

Hasan bey Ankara’ya varınca, Fatihin adamları kendilerini yakaladılar ve kapıcılar çadırına götürdüler. Bu sırada İsmail beyin kardeşi Kızıl Ahmet Bey de Fatihin yanında bulunuyordu. O zamanlar Bolu, Kızıl Ahmet beyin tımarı altında idi. Mahmut paşa da Kızıl Ahmet beyin aklını çelmiş, onu da kardeşi aleyhine tahrik etmişti. Mahmut paşa Kızıl Ahmet beye "Padişah, İsmail Bey’in vilâyetini sana sadaka olarak verir’’ diyordu. Hatta bu sözünü bir beratla da tevsik ederek Kızıl Ahmet beye vermişti.

Fatihin Kastamonu’yu zaptı ve İsmail beyin Sinop’a gidişi:
İşte bu sırada Hasan tutulmuştu. Padişah, Hasan’ın sancağını Kızıl Ahmet beye verdi ve onu Kastamonu’ya gönderdi. Kızıl Ahmet Bey çabukça Kastamonu’ya geldi. Vilâyet halkı kendisini bildiği ve padişahlarının oğlu olduğu için ona itaat ettiler. İsmail Bey, halkın kardeşine itaat ettiğini görünce, Kastamonu’da neyi var, neyi yoksa hepsini toplayarak Sinop’a gitti ve Sinop kalesine sığındı.


Bu sırada Fatih Kastamonu’ya yetişti ve burasını resmen zaptetti. (865 H — 1459 M). Ve İsmail beyin Sinop’a gittiğini haber alınca durmadan Sinop’a hareket etti.

Bu esnada Mahmut Paşa da Kızıl Ahmet beyle birlik Sinop’a gittiler. Padişah da kendilerini yavaş yavaş takip etti. Mahmut paşa ve yanındakiler, Sinop kalesinin yanına kadar vardılar.

Sinop’un da İsmail beyin elinden alınması:
Fatih, Sinop’un kan dökülmeden zaptedilmesini arzu ediyordu. Mahmut paşa, Fatihin bu düşüncesini bildiğinden İsmail beye son bir mektup yazarak ‘’Padişahın bana olan fermanına göre, buraları ele geçirmeden çekilip savuşmak ihtimalimiz yoktur. Ancak din kardeşliği dolayısile size bu hususta doğru yolu göstermeyi uygun gördük. Irz, mal, çoluk ve çocuğunuz perişan olmadan bu işi iyi bir şekilde hallederseniz hakkınızda çok hayırlı bir şey olur.’’ tavsiyesinde bulundu.


İsmail Bey bu mektubu alınca, kaleyi teslimden başka kurtuluş çaresi olmadığını anladı ve Mahmut paşanın sözünü tuttu. Bunun üzerine kale duvarı üzerinden hayatının muhafazası hususunu, Mahmut Paşa ile görüştü. Mahmut paşadan söz ve yemin aldı. Bundan sonra, hisar kapısından çıkarak Mahmut beyin yanına geleceğini bildirdi.

Fatih Mehmed’le İsmail beyin görüşmesi:
Fatih Hisarın alındığını, İsmail beyin de Mahmut paşaya sığındığını duyunca, İsmail beyin şanına layık olan tazimat’’
mülûkâne ile yanına çı­karılmasını emreyledi. Orada bulunan vezirler, İsmail beyin önünde eğildiler. İsmail bey padişahın yanına çağırıldı. Kendisi otağa girdiği zaman, Fatih de ayağa kalktı ve birkaç adım ilerleyerek İsmail beyi karşıladı. İsmail bey, Fatih'in elini öpmek istedi. Fatih, kendisine “sen benim ulu kardeşimsin’’ diye elini vermedi. Biraz ayakta konuştuktan sonra, elinden tutarak oturduğu serire birlikte oturdular. Fatih İsmail beye hürmette kusur etmedi. Ve kendisine Bursa Yenişehir'i ile İnegöl ve Yarhisar’ı tımar olarak verdi.


Bunun üzerine İsmail Bey Kastamonu’ya geldi. Fatih de Kastamonu ve Sinop’a kendi adamlarını yerleştirdi. Kastamonu askeri de kızıl Ahmet beyin kumandası altında toplandı. Fatih, İsmail beyin oğlu Hasan beye de Bolu sancağını verdi. Bunun üzerine Hasan Bey, Fatihle beraber Trabzon seferine hareket etti.

İsmail beyin Kastamonu'dan ayrılması:
İsmail Bey, Kastamonu'ya gelince, doğruca Devrekâni’ye gitti. Çoluk çocuğunu, eşya ve sairesini topladı. Veziri
Şahabeddin ağa da yanında idi. Yenişehir’e hareket etti. Artık orada oturmağa başladı.
Bu sırada. Karaman oğlu, Fatih ile birlik Kastamonu’ya gelmek üzere Ankara’ya kadar gelmiş, Fatih de kendisine ikramda bulunmuş ve babasının yanına göndermişti. Padişah Sinop’tan Trabzon’a hareket edince Karaman Oğlu tekrar Fatihe karşı ayaklanmış ve Yenişehir’de oturmağa başlayan İsmail beye de haber göndererek "Osman oğlunun fırsatını bulduk. Yenişehir’de oturma. Bu taraftan ben sana yardım ederim, bir taraftan da Uzun Hasan’a haber gönderelim. O zaman sen de vilâyetine
git.’’ teklifinde bulundu. İsmail bey bu teklifi reddetti ve "Kastamonu’nun Kızıl Ahmet bey elinde olduğunu, kardeşine karşı hareket etmeyeceğini bildirdi.

İsmail bey nasıl bir zattı?
İsmail Bey Kastamonu’dan ayrılınca, bir kısım zamanını Yenişehir’de geçirdi ve sonra, Fatih tarafından Filibe’ye gönderildi; ölümüne kadar Filibe’de kaldı.


Kendisi Filibe’de, yaptırmış olduğu Bey Mescidi "ibni Kasım’’ adile anılan mescidin yanındaki türbesine gömüldü. (İsmail Bey’in Filibe’deki türbe ve mescidi, umumî harbin başında Bulgarlar tarafından yıkılmış ve Bulgarların Olavna Ulitsa(?) dedikleri bir büyük cadde geçirilmiştir.)

İsmail bey, Candaroğulları ailesi içinde olduğu kadar, Osmanlılar da dahil olduğu halde, birçok Türk ve İslâm hükümdarları içinde en dikkate eğer bir Türk ve Müslüman hükümdarıdır.

Çok alim, fazıl, halim, selim ve sakin bir zat olan İsmail beyin hürmet ve sevgisini, aradan beş yüz senelik bir zaman geçmiş olmasına rağmen, muhitin bütün halk ve münevverleri hâlâ taşımaktadır.
İsmail bey zamanında, en küçük bir gürültüden dahi çekinmiş ve sükûn içinde geçen hayatını, Kastamonu’nun imarına, ilim ve fennin yükselmesi ve ilerlemesi yolundaki hizmetlere hasr ve tahsis eylemiştir, işte bu yüzdendir ki, İsmail beyin devrinde Kastamonu, devrinin en ileri bir
ilim şehri olmuş ve hatta bu şöhret, hükümdarın ölümünden sonra bile yıllarca sürüp gitmiştir.


İsmail bey, Kastamonu’da ilim hareketlerine rehber oluşu ile, eserlerile bütün İslâm âleminde de kendisine bir şöhret ayırtmağa muvaffak olmuştur.

Seyit Şerif talebesinden Seyit Ali Acemi, riyaziyat mütehassısı Şirranlı(?) Fethullah, Kıraat ilminde ihtisası olan ve tecvitten meşhur Risalei Münci’yi yazan Kastamonulu Ömer, Miyarüleşar müellifi Halit oğlu Yunus, İsmail bey tarafından ilim ve faziletine hürmeten kendisine medrese ve kütüphane yaptırılan Niksarlı Muhiddin, kazainüssürur miftahunnur adlı tıp eserinin müellifi Sinoplu Halit oğlu Mümin, tabibi hazik Tebrizli Mevlana Kemal ve saire gibi fikir adamları; Sinoplu Mehmet, Kastamonulu Türabi, Hamdi, Senayi ve Haki gibi şairler ve edipler, Hayreddin Halil ve saire gibi müderris ve ulema hep İsmail Bey tarafından himaye edilmişlerdir.

İsmail bey, fıkıhtan Hulviyat adındaki yetmiş baplık ve 648 sahifelik büyük eseri yazarken etrafındaki ilim adamlarına da Türkçe eserler telif ve terceme ettirmekten geri kalmamış ve kabiliyetli adamları teşvik ve himaye etmekten geri durmamıştır. (İsmail Bey’in Hülviyatı, birçok fıkıh meselelerini çok vazıh bir şekilde, açık olarak teşrih etmektedir. Bu çok kıymetli eserin, basılmamış olmakla beraber, birçok nüshaları hala vardır. Eserin bir nüshası da Ankara’daki Maarii Vekaleti kütüphanesindedir.) Ayrıca bu muhtelif ilim ve fen şubelerine ait eserlerin telif ve tercemesi sırasında, bilhassa onların Türkçe olmasına da fazla ehemmiyet verdirmiştir.

Şair Hâmidinin İsmail Bey ve Kastamonu hakkındaki mersiyesi:
Şair Hamidi, İsmail beyin emri olduğu zamanda Kastamonu’ya gelmiş ve burada bir kaç gün kalmıştır. Bu şairin ele geçen divanının içinde pek çok methiyeler vardır. Bu divanın bir hususiyeti varsa, o da zamanının bildiğimiz divan sahiplerinden eski olması ve pek çok kasidelerinin Fatih Mehmet’e ait bulunmasıdır. İşte bu divanın içinde şair, Kastamonu’ya ve hükümdar İsmail beye de hayli mühim bir yer ayırmıştır. Hatta şair, İsmail beyi bir defa da Filibe’de görmüştür.
Hamidi, Kastamonu’ya geldiği zaman burada müthiş bir kış hüküm sürüyormuş. Şair, bu kışı pek müthiş bir surette tasvir etmektedir. Şehrin sularını ve havasını da pek beğenmekte ve sularını Fırat’a, havasını da Bağdad’ın havasına benzetmektedir.

Hâmidî, kasidesinde kaleden de bahsetmekte ve onun semavi bir istihkâm halinde olduğunu yazmaktadır. İsmail bey hakkında yazdıkları daha mühim ve dikkate değer bir vaziyettedir.
Hayli uzun olan bu kasidenin bir hülâsasını buraya yazmak her halde faydasız olmayacaktır. Kasidenin hülâsası şöyledir:

“Güneş bulutlara saklandı, yer, karın içine gömüldü. Şimdi artık ne yerin karalığı, ne de güneşin ziyası görülüyor. Sular, kışın dehşetinden, tıpkı bir cıva gibi dondu. Göğün ateş nefesli güneşi, kışın soğukluğu yanında, ejderha bile olsa ses çıkaramıyor... Soğuk nefesimden, kirpiklerim buz bağladı.
Zamanın Dârâsı, İsmail han, çok büyük bir hükümdardır. O, öyle büyük bir hükümdardır ki, Allah’ın nurları onun kalbinde görünür. Zühtü takva sahibi olan bu hükümdarlar hükümdarının yanında güneşin büyüklüğü, Süha yıldızından daha küçüktür. Hükümet tahtının babında dürüst oturmayan hükümdarların ruhu, onun temiz nefesinden himmet istiyorlar... Herkes, onun kılıcından korkar, kaleminden lutfumar.

Ey büyük, güneş gibi parlak hükümdar! Senin altın bağışlayan din güneşten daha ziyade verimlidir. Senin kerem elinle, güneşi mukayese etmek, birbirine ne kadar zıt bir şey olur... Senin keskin kılıcın, düşmana kaçmak için yol göstericidir.

Sen, deniz gibisin, evlâtların da denizdeki inciler gibidir.
Sen, güneş gibisin, evlatların da gökteki ay gibidir.
Memleketin hâkimisin, Müslümanlığın istinatgâhısın…
Kastamonu, senin adaletinle, Çin ve Hata memleketlerinden daha iyidir. Senin zamanında mamur olmasını dilediğim Kastamonu’nun suyu ve havası çok hoştur. Kastamonu’nun tatlı suyu Fırat gibidir. Havası da tıpkı Bağdadın havasıdır.

Şehrin kalesi, müstahkem bir gök burcu gibidir. O, yükselmiş, bir demir parçası gibi dağ olmuştur. Bu kale, bu kuvvetli hisar bana öyle güzel görünüyor ki, ben onu, kendi eteğini kendi beline bağlamış bir
mermere benzetiyorum. Kaleni, sanki göğe yetişmiş görüyorum. Bence, onun bekçisi zuhal, kapısındaki arap da azradır.


Düşmanların muharebe gününde, onun yalnız burcunu görecekler, ona gözlerinden gayrı ok ve başka silâhları erişemeyecektir.

Senin itaat hisarından cahillikle dışarı çıkanların başına, gökten taş yağsa, yeri vardır...''  


Çerkeş Yolunda Bir Nine


Çerkeş Yolunda Bir Nine:
Cephane taşıyan kadınların fedakarlığını daha iyi tanımak için, Mustafa Necati Bey’in gözlemlerine dayanarak bir olayı anlatmak istiyoruz.

İstiklal Mahkemesi Bolu’dan dönerken, muhtemelen 28 Kasın 1912’de, Mustafa Necati Bey, Çerkeş yakınlarında, cephane taşıyan bir kadına rastgelmiştir. Hafif kar serperken, arabasının yanında çıplak ayakları ile yürüyen bir nine görmüştür. Ninenin sırtında küçük bir çocuk vardır. Yaşlı kadın, elindeki yorgan parçasını, üşüyen çocuğun üzerine değil de, ıslanıp nem kapmaması için cephanelerin üzerine örtmüştür. Olayın can alıcı noktasını, Mustafa Necati Bey’in gözlemlerine dayanarak sunmak istiyoruz:

‘’Bu kafileye yaklaştıkça bazen bu sukutu yırtan bir kadın sesi yahut bir çocuk feryadı yükseliyordu. Kafileye yaklaştık ve selamlaştık. Biz soğuktan yamçiler altında bile titrerken, tek yorganını da arabaya örten bir ninenin, çıplak ayaklarla karları çiğnediğini görünce içimde takdirle karışık bir merhamet sızladı: Arkasına sardığı peştamalı, içinde ara sıra hıçkıran bir çocuğun üzerine bile örtmeden, yorganını niçin arabaya serdiğini sormak fikrini duydum:

‘’…Üşümez misin sen nine? Bak çocuk donacak, yorganı örtsene!..’’ diye arabanın üstünü işaret ettim. Bu sözü garip bir tarzla karşıladı, sormaya değer bir şey addetmiyordu galiba!.. Benim cevap beklediğimi anlayınca mukaddes bir teveccüh eder gibi kağnıya doğru koştu: ‘’Kar serpiyor, millet malıdır, nem kapmasın evladım’’, dedi. Ve yorganının uçlarını iyice serdi, kar serpelemeye başlamıştı, o zaman anladım ki, cephaneleri ıslatmamak, için bu fedakarlığı yapıyor; o vakit deminki merhametten utandım bile. Aman Yarabbi! Fedakarlığını bile bildirmek istemiyor…’’

Buradaki manzara ibret verici olduğu kadar, yüreklerimizi de sızlatmaktadır. Karlar üzerinde çıplak ayağı ile yürüyen yoksul bir kadın. Bir yanda kendi canı; üşüyen, örtü bekleyen ve ağlayan bir yavru. Diğer yanda, ıslanmasını önlemek için yorganla örtülen millet malı cephaneler.

Bu fedakâr kadının söylediği, ‘’Millet malıdır’’ sözü çok anlamlı olup onun ruh yüceliğine sahip olduğunu göstermektedir. Bugün millet malını hor kullananlar, şu örnekten utanıp ibret almalılar kanısındayız.

22 Nisan 2019 Pazartesi

İsfendiyar Bey

    İsfendiyar Bey
                                                        1392 — 1439

Süleyman Paşa’nın Yıldırım Bayezid tarafından öldürülerek Kastamonu’nun zapt edilmesi sırasında, Kötürüm Bayezid’in öteki oğlu İsfendiyar Bey, Sinop kalesine sahip kalmıştı.

İsfendiyar Bey Sinop’tan, Kastamonu’yu hükmü altına alan Yıldırım Bayezid’e bir dilekçe göndererek, Sinop ve havalisinin tavizen kendisine verilmesini istedi. Yıldırım da himayesi altında bulunan emirleri kendisine teslim etmek şartile arzusunu yerine getireceğini bildirdi.
Yıldırım’dan böyle bir cevap geldiğini duyan beyler, bir kolayını bularak Sinop’u terk ettiler ve o sırada ünü her tarafı kaplamış olan Aksak Timur’un yanına kaçtılar.

İsfendiyar bey de Timur'un yanına çıkarak dedelerinden geleduran, emiri bulunduğu ülkesinin durup dururken ele geçirildiğinden şikâyette bulundu ve geri alınarak kendisine verilmesini Timur’dan istedi. (Aşık paşazade, İsfendiyar’ın Timur’u Arabistan’dan Anadolu’ya geçişte Erzincan’da karşıladığını ve Timur’la beraber gelirken bir gece Sarıkamış'tan, Timur’dan izin almadan sıvışıp kaçtığını ve Kastamonu'ya geldiğini yazmaktadır.)

Bu sırada Yıldırım Bayezid İstanbul muhasarası ve Rumelile diğer bir kısım yerlerde muharebeler ile uğraşıyordu. İşte gerek beylerin ve gerekse İsfendiyar’ın Timur'un yanına kaçmaları, tam bu sıralara geliyordu. İsfendiyar Bey Timur'a, dileğini yerine getirtmeği başarınca Sinop’a döndü. Bir taraftan harbi beklemeğe, öbür taraftan Timur'a vereceği hediyeleri hazırlamağa başladı.

Esasen Yıldırım ile Timur'un arası açıktı. Bilhassa beylerin Timur'un yanına kaçmaları, aradaki düşmanlığı bir kat daha arttırdı. Timur, Yıldı¬rım ile harbe karar verdi. Bu kararını kuveden file çıkarmadan evvel, bir kere de kendisine sığınmış Beylerin bu işte ne düşündüklerini öğrenmek istedi. Ve bir meclis topladı. Herkes Timur'un harbi kazanacağından emin bulunduklarını söyledi. Hatta İsfendiyar Bey bu işte daha ileri bir taraftarlık yaptı. Bilhassa ifadeleri arasında “Anadolu ahalisi kendi dirlik ve düzenliklerini kaybettikleri cihetle, Osmaniyan takımının sahihen meclubu olmayıp itaat ve sadakatleri Osmanlıyı iğfal için mümaşat ve mutavaat kabilinden olmakla zatı hümayunu İlhanilerine karşı sevk ve izam olunan askerlerin çokluğuna bakılıp hatıra fütur ve kesel arız olmasın. Zira zikrolunan askerlerin çoğu zor ve ibram ile itaate götürülmüş olduklarından meydanı harpten edna(?) hücum ile kaçacakları ve kendilerinin eskiden beri büyük gördükleri Beylerinin dahi İlhan yanında olduklarını bildikleri zaman, bu tarafa sığınacaktan şüphesizdir. Binaenaleyh Osmaniyandan lâyıkile hoşnut olmayan ülkenin üzerinden hareket olunmak hayırlıdır.’’ sözleri vardı.

Bu konuşmalar yapıldığı günlerde bir kuyruklu yıldızın doğudan batıya doğru parladığı görülmüş ve mecliste hazır bulunan beyler de bunu, harbi Timur’un kazanacağına bir misal olarak göstermişlerdi.
Timur bu sözlerden adeta sarhoş oldu. Ve Memalik-i Rum üzerine yürünmesini emreyledi.

İsfendiyar Bey sıranın kendi emirlik ülkesine geleceğini biliyordu. Yıldırım, ordusile Kastamonu üzerine yürüyünce boş yere müdafaada bulunmadı. Fakat, Yıldırım yan yolda ordusundan ayrılarak Bursa’ya döndü. İsfendiyar Beyin bu son hareketi hoşuna gitmiş olmalı ki, Sinop’ta kalmasına izin verdi. İsfendiyar bey ec Sinop’a dönünce, yanındaki Beylerin gizlice kaçmalarına göz yumdu. Ayrıca da evvelce kaçanlarla mektuplaştığı gibi, içeriden de Yıldırım ile Timur arasında alıp verilen mektupların nelerden bahsettiğini öğreniyordu. Bu işlerde sonun kötü çıkacağını anladı. Derhal Timur’a gitti ve harpten sonra Kastamonu’nun kendisine verilmesi için ricada bulundu. Harbe karar verilip askerin hareketi başlayınca da Sinop’a döndü ve Timur’a vereceği hediyeleri hazırlamağa başladı.

Harp, Timur’un kazanmasile neticelendi. İsfendiyar Bey de hediyelerini Timur’a götürdü, ve emaretinin kendisine ihsan edildiği hakkında Umurdan bir ferman almağa muvaffak oldu. Hemen Sinop’a döndü. Oradan Kastamonu’ya geldi. Buraya dönünce, emareti içinde bulunan kasaba ve köyleri, tatar yağmacılarından kurtardı. Pek çok mal ve can telef olacak hadiselerin önünü aldı.
İsfendiyar bey, Yıldırım’ın ölümünden sonra vukua gelen şehzade kavgaları esnasında artık bitaraf kalmağı, gürültülere girmemeğe karar verdi. Fakat bulunduğu mevki icabı bu arzusuna muvaffak olamadı. Bu cümleden olarak Yıldırım’ın oğlu şehzade Musa Çelebi, kardeşi Süleyman’ın korkusundan Kastamonu’ya kaçtı ve İsfendiyar beye sığındı, İsfendiyar Bey kendisini himaye etti. Biraz sonra, sadrazam Ali Paşa ve diğer Osmanlı büyüklerinin, Eflâk beyi Mircea’nın Musa Çelebi’nin Edirne’ye gönderilmesi hakkında yazdıkları mektup ve yaptıkları iltimas üzerine, Musa Çelebi’yi Sinop’tan bir gemiye bindirdi ve kendisini merasimle uğurlayarak Edirne’ye gönderdi.
Bu vakadan sonra, bir defa da şehzade İsa Çelebi kardeşi Mehmet Çelebi’den korkarak Kastamonu’ya, İsfendiyar beyin yanına sığındı. Kastamonu’ya geldi.

İsa Çelebinin İsfendiyar Bey’in yanına kaçmasına, İsfendiyar Bey’den himaye görmesine pek kızan Mehmet Çelebi, İsfendiyar beyden birkaç defa, İsa Çelebinin kendisine teslim edilmesini istedi. Fakat İsfendiyar buna aldırış etmedi. Hatta iş kavga derecesine vardı ve nihayet bu vakalardan sonra, Osmanlı tahtına geçen Çelebi Mehmet II ile İsfendiyar’ın arası iyileşti. İsfendiyar beyin hareketlerinde kötü fikir olmadığını gören Çelebi Mehmet II, İsfendiyar beye dostluk elini uzattı.
İsfendiyar Bey bu anlaşmadan sona Karamanlıların isyanı üzerine Konya’ya hareket eden orduya oğlu Kasım Bey ile yardımcı bir kuvvet yolladı. 1416 yılındaki Eflâk ve Macar seferine de yine oğlu kumandasında yardımcı asker gönderdi.

İsfendiyar oğlu Kasım Bey’in Çelebi Mehmet ile anlaşması:
Eflâk seferinden sonra İsfendiyar oğlu Kasım Bey, Çelebi Mehmet’in yanından ayrılmadı.
Kasım Bey’in Osmanlı ordusuna iyi hizmetlerde bulunduğunu ve Padişahı çok memnun ettiğini Osmanlı tarihleri mufassalan kaydetmektedirler. Hatta Macar seferinin sonunda, Edirne’ye döndüğü sırada, Çelebi Mehmet bir gün ava çıkmış, atının ayağı bir köstebek deliğine geç¬miş. Padişah, yan tarafına düşmüş, vücudu berelenmiş. Tedavisi esnasında Kasım Bey saraya sık sık giderek Padişahla dostluk kurmuştur. Kasım beyin gerek bundan ve gerekse ordudaki yararlıklarından pek memnun kalan Padişah, kendisine birçok münbit ve mahsuldar tımarlar vermiş ve ayrıca babası İsfendiyar Bey’e de bir mektup yazarak, Tosya, Çankırı Kalecik, Kastamonu ve Kürenin tımar olarak oğlu Kasım Bey’e verilmesini bildirmiştir. İsfendiyar bey, bu isteğin, doğrudan doğruya oğlu tarafından yapıldığını anlayınca oğluna çok kızmış ve hatta gücenmiştir. Bunun üzerine İsfendiyar Bey, emirlerinden Bayezid Bey ile ulemadan Vali Mehmed'i münasip hediyelerle Padişaha yollayarak, Kastamonu ve Kürenin maişetine medar olmak üzere kendisine bırakılmasını, Kalecik ve Çankırı’nın bir hediye olarak kabul edilmesini, Padişahtan rica etmiş¬tir. Çelebi Mehmet, İsfendiyar’ın bu arzusunu yerine getirmiş, Kastamonu ve Küreyi kendisine bırakmış ve Çankırı’yı da Kasım beye hediye eylemiştir.

Kasım Bey’in son hareketinden çok müteessir olan İsfendiyar Bey, oğullarından İbrahim beyi veliaht tayin eylemiş ve bir fırsatını bularak zapt ettiği Samsun’u da öbür oğlu Hızır Bey e bir eyalet olarak vermiştir.

Babasının veliahtlığı İbrahim beye vermesine çok üzülen Kasım Bey, Çelebi Mehmed’i teşvik ederek ona Samsun’a yollatmış ve Samsun’u Hı¬zır Bey’in elinden alarak Osmanlı memleketine ilhak ettirmiştir. (Âşık Paşa zade, Çelebi Mehmed’in Hızır Bey’e çok iltifat ettiğini, hil’atlar giydirdi¬ğini, hatta, Hızır Bey’e ‘’yanımda Tımar edeyim’’ dediğini, Hızır Bey’in ise ‘’kardeşim Kasım yanınızdadır, ben sizinle duramam, zira ben Kasım’la bir yerde duramam’’ diye cevap verdiğini yazmaktadır.)

Murat II’nin Kastamonu’ya hücumu ve Bolu’da yapılan harp:
Çelebi Mehmed’in öldüğü ve yerine Murat II’nin Osmanlı Padişahı olduğu sırada, Osmanlı topraklarında Düzme Mustafa ve Küçük Mustafa hadiseleri çıkmıştı. Bunlar bertaraf edilince nöbet artık Anadolu’nun ele geçirilmesine gelmişti. Bu İşe kat'î karar veren Murat II, Edirne’den Bursa’ya döndü ve ordu toplamağa başladı. İlk hedef İsfendiyar memleketi idi. Bu haber Kastamonu’ya gelince burada da asker toplanılmağa başlanıldı. Ve Osmanlı ordusunun Serkulceyşi(?) olan Bolu’ya doğru hareket edildi iki ordu, Bolu yakınlarında karşılaştılar. Harp Osmanlıların galebesile neticelendi. İsfendiyar’ın ordusunun her biri bir tarafa dağıldı. Hatta İsfendiyar Bey bile Kapıcı başı Yahşi Bey tarafından saçma ile yaralandı. Ve doğruca Sinop’a kaçtı ve orada saklandı. (İsfendiyar Beyin, aldığı bu saçmanın teshile bir kulağı sağır bile kalmıştır.)

Bunun üzerine, İsfendiyar Bey, kusurlarına af ve kızının hareme kabul edilmesini rica İçin oğlu Murat Bey’i münasip hediyelerle padişaha gönderdi.

Bu mütalâaları ve bilhassa Tacüttvarih’in noktai nazarını kabul eden Ali Bey, Candaroğulları hakkında yazdığı bir makalede şu izahatta bulunmaktadır:
“İsfendiyar Bey Osmanlıları severdi. Çünkü kendisi de Türk’tü ve Müslümandı. Onların Avrupa kıt‘asındaki zaferlerile iftihar eder ve yardım lüzumunda derhal onların yardımına koşardı. Ayrıca
kendisi İslam nüfusunun böyle boş yerlere telef edilmesine razı değildi. Otuz üç seneden beri emarette bulunduğundan zamanının siyasetini öğ¬renmiş bir zat idi. Şimdi böyle bir adam nasıl olur da öteden beri Osmanlılara tabi olan Taraklıya hücum ve orayı muhasara edebilirdi. Bu harbin vukuu, Orhan Bey devrinde karar verilen düsturun yeniden tatbikine başlanılmasından ibarettir.
İsfendiyar Bey, Osmanlılara galebe edeceğini hatırına getirmiyordu. Yalnız kavi müdafaa ile daha ehven bir sulha nail olacağını ümit ediyordu.’’

Aşık paşa tarihî ise, harbin vuku bulduğunu yazmakta ve vakayı şu şekilde anlatmaktadır:
İsfendiyar oğlu Kasım Bey Murad II ye gelmişti. İznik’e geldiği vakit, İsfendiyar da Taraklıborlu’ya hücum etmişti. Murat ile Kasım Bey beraber Bolu’ya geldiler. İsfendiyarlılar Kasım Bey’in de muharebeye geldiğini işittiler. Kasım’ın korkusundan harp meydanından hayli adam kaçtı. Sonunda iki taraf Bolu’nun üzerinde buluştular. İyi muharebe oldu. İstendiyarlılar epeyce esir bıraktılar ve perişan oldular. İsfendiyar, kendi dahi çomak darbesi yedi. Bunun üzerine harp meydanından kaçtı ve Sinop’a sığındı. Murat II kendisini takip etti. Kastamonu’ya girdi. Vilâyeti zapt etti ve bakır Küresini istedi.

İsfendiyar, Muradın devletinin inkişaf etmekte olduğunu gördüğü için oğlu Muradı elçi gönderdi:
“Oğul Sultan Murat, atan, deden, bana ihsan edegelmiştir. İmdi, sen dahi mürüvvet eyle. Ben ettiğim kalma ve hem kızım dahi vereyim ve her yıl askerimle varayım; hizmetine durayım’’ dedi. Ve hem paşalara dahi kızıl altın elçi gönderdi. Paşalar utandılar. Hünkârla sulha başladı¬lar. Hünkâr dahi razı oldu. Bursa’ya geldi.’’

Hammer, bu muharebeden bahsederken ‘‘bu beyin kendisi için bir felâket olmak üzere aile içinde bir hain bulunuyordu. Oğlu Kasım Bey Muradın yakınlaşmasından babasını lâimane bırakarak bu hıyanete ordunun büyük bir kısmını da iştirak ettirdi.’’ şeklinde bir mütalâada bulunmaktadır.

İsfendiyar’ın Murat II ile barışması ve hısım olmaları:
Padişah, İsfendiyar Beyin, oğlu Murat Bey vasitasile gönderdiği hediye ve mektubu alınca memnun oldu. Ve eski düşmanlığını unuttu, İsfendiyar Bey yazdığı mektupta, "Orduya mukabelede bulunmak küstahlı¬ğının affını rica ediyor ve Osmanlı ordusuna iyi hizmetlerde bulunduğunu, merhum babası zamanında Sinop, Bakır Küresi ve Kastamonu’nun maişet medarı olarak kendisine verildiğini hatırlatarak buraların tekrar kendisine bırakılmasını ve ayrıca da güzellik cihetinden emsali bulunmayan oğlu İbrahim Bey’in kızının da şer’î nikâhla kabulünü rica ve istirham’’ eyliyordu.
Bu mektuptan ve hediyelerden memnun kalan padişah Murat II, İsfendiyar beyin bu arzusunu yerine getirdi ve Sinop, Küre ve Kastamonu’yu kendisine bırakarak mütebaki memleketini Osmanlı hudutları arasına soktu. Ayrıca da İsfendiyar beyin oğlu İbrahim beyin kızının Kastamonu'dan aldırılması için bir düğün alayı tertip edilmesini emreyledi. (1423) Teşkil olunan bu hey'et, Mirahorlardan Çaşnigir başı Eltan beyin reisliği altında, Tavaşi ağalarından Şerafeddin Paşa, Reyhan Paşa, vezirlerden Halil Paşa karısı, Germiyan hâkimi Yakup Bey karısı, Padişahın Şah ana dediği Paşa Kerime Hanım ve bir kısım askerden ibaretti.

Kastamonu ve Devrekâni'de yapılan düğün merasimi:
Hey’et aynı zamanda birçok eşya, pek çok nakit mihri müecceli de hâmil bulunuyordu. Bu heyet âlâyı vâlâ ile Kastamonu'ya geldiler. Ve buradan Devrekâni’ye gittiler. İsfendiyar bey Devrekâni’yi düğün yeri ittihaz etmişti. Heyetin geldiğini haber alınca, âyan ve ümerasını Kastamonu'ya gönderdi. Kastamonu'da ziyafetler ve mihmandari levazımı ikmal edildi ve gelenlerin her biri kendilerine lâyık bir surette hürmet ve riayete mazhar edildiler. İsfendiyar bey, gelini, Germiyan oğlu Yakup beyin karısı ile Halil Paşa refikasına teslim etti. Ve ayrıca âyan ve ümerasile bazı itimat ettiği kimseleri de bu heyetle birlik Bursa’ya gönderdi.

Murat II, Bursa’dan, geline yükte hafif, pahada ağır muhtelif cins eşya ve para göndermişti. Müeccel mihir de resmi şekilde yapılmıştı. İsfendiyar Bey de buna karşılık olarak gelininin çeyizini tarifi güç elmas ve çok pahalı eşya ile süslemiş ve ne kadar ince bir zevk sahibi olduğunu Murat II’ye göstermişti.

Gelin alayı Bursa’ya dönünce, Murat II da kız kardeşlerinden birini İsfendiyar’ın oğlu İbrahim Bey’e, birini Anadolu Beylerbeyi Karaca paşaya, üçüncüsünü de Çandarlı zade sadrazam Halil Paşa oğlu Mahmut Çelebiye vermiş bu suretle dört düğünü bir arada yapmıştı.

İsfendiyar Beyin son zamanları:
İsfendiyar Bey, Osmanlılarla bu suretle hısımlık kurmağa muvaffak olunca, eski dirlik ve düzenini tekrar diriltti. Kâh Kastamonu’da kâh Devrekâni’de, kâh Sinop’ta, fakat en çok Devrekâni’de oturarak hiçbir gaile ve gürültüsüz, müreffeh daha on beş sene yaşadı. (843 H-1439M) yılın da öldü. Kendisi, Sinop’ta Alâaddin camii içindeki türbeye gömüldü.
                               
                                                     Taceddin İbrahim II bey
                                                                 1439-1443
İsfendiyar beyin ölümü üzerine, yerine, vasiyeti mucibince oğlu İbrahim Bey Kastamonu emiri oldu.
İbrahim beyin zamanı da İsfendiyar beyin son zamanı gibi, küçük bir hâdise ve gürültü olmadan geçmiş ve İbrahim Bey dört sene emirlikten sonra Sinop’ta ölmüştür (847 H — 1443 M). Mezarı, Sinop’ta babasının gömülü bulunduğu türbededir.

Mehmet Önder Atatürk'ün Yurt Gezileri - Kastamonu Bölümü

Atatürk, kurduğu Cumhuriyetin çağdaş medeniyette yerini alabilmesi için, devrimlerle bütünleşmesi gereğine yürekten inanıyordu. Cumhuriyet, ...