Kemaleddin
İsmail Bey
1443 — 1460
İbrahim beyin ölümü üzerine, yerine oğlu Kemaleddin
İsmail Bey Kastamonu emin oldu. İsmail beyin, bu
sırada, kardeşi Kızıl Ahmet Bey ile, veraset
işinden dolayı aralan açıldı. Fakat Osmanlı Padişahı tarafından Kızıl Ahmet
beye Bolu sancağı tımar olarak verildiği için bu ara açıklığı uzun sürmedi ve iş halledildi.
İsmail bey, kendisini korkutan bu işten sonra gerek babası
İbrahim Bey ve gerekse dedesi İsfendiyar beyin son zamanlan gibi, vaktini sulh ve
sükûn içinde geçirmeğe başladı.
Fatih Mehmed’in
Kastamonu’yu zapta teşebbüsü:
Aradan hayli zaman geçtikten sonra, İsmail Bey bir gün, Fatih Mehmed’ten bir mektup aldı. Fatih Mehmet
mektubunda, “gemilerimizi Trabzon’a gönderiyoruz. Giderken Sinop’a da
uğrayacaklardır. Şayet içeride gemilerin kalafatı ve saire yapılması icap ederse
gerek Akliman’da
ve gerekse Büyük Liman’da yapılmasına izin ver. Gemilerin her
ne işleri olursa Padişah hatırı için gör. Dostluk ve sevgi izhar et. Kaptana
harç akçası ver. Şayet paran yetmezse, Padişah için ayrılan bakır Küresinden,
Padişah için ayrılan akçadan harca. Ve hem de adamlarım bir edepsizlik
ederlerse haklarından gel. Her ne suretle olursa olsun işi idare et. Benim
gönlüm sana hoştur. Ayrıca, ya kendin veyahut bir adamını Osmanlı ordusuna
yardım için, yetecek kadar bir kuvvetle hazır bulundur.’’ Diyordu.
İsmail
bey bu mektubu alır almaz hemen Sinop’a gitti. Oradaki memurlarına, “geçen sene
Cenevizliler elinde bulunan Amasra kalesinin Fatih Mehmet tarafından
alınmasından sonra sıranın Sinop’a geldiğini hatırlattı ve Padişahın
askerlerine, mektup mucibince ne yapılması lâzım geliyorsa hepsinin yapılmasını
tembih etti ve tekrar Kastamonu’ya döndü.
Fatih bu
sıralarda Arnavutluk
işini ortadan
kaldırınca, bir Anadolu seferi düşünmüştü. Bahara kadar kara ve deniz
hazırlıkları ile meşgul olmuştu.
Mahmut
paşa kumandasındaki askerin Kastamonu’ya hareketi:
Bu mektubun arkasından Mahmud
Paşa Edirne’ye
gitti. Rumeli'deki kara ve deniz askerlerini topladı, tekrar Bursa’ya döndü. Ayrıca,
Anadolu’dan da epeyce asker de Bursa’da toplanmıştı. Askerî hazırlıklar bitirilince,
yüz elli kadar gemi ve pek çok asker, Mahmut Paşa kumandasında olarak Karadeniz’e
gönderildi. Padişah da kara askerlerini kumandasında toplayarak Bolu, Ankara
yolile Kastamonu’ya hareket etti.
İsmail
Bey gerek denizden ve gerekse karadan yapılan bu hareketi haber alınca ‘’bu
işte başka bir maksat olacak’’ diye düşündü ve Kastamonu’nun elinden
alınacağını tahmin etti. Bu sırada Fatih, İsmail beye ikinci bir mektup
göndererek "oğlun Hasan beyi, işe yarar adamlarla Ankara’ya gönder, Ankara’da
benimle buluşsun’’ diye bir emir verdi.
İsmail
bey, padişahın istediği şeylerin hepsini yapmıştı. Sinop’taki memurları,
gemilere her türlü tahminin üstünde ikramda bulunmuşlardı. Bu defaki emri de
yerine getirdi ve oğlu Hasan
beyi de yanına
bir miktar asker vererek Ankara’ya yolladı.
Hasan
bey Ankara’ya varınca, Fatihin adamları kendilerini yakaladılar ve kapıcılar
çadırına götürdüler. Bu sırada İsmail beyin kardeşi Kızıl Ahmet Bey de Fatihin
yanında bulunuyordu. O zamanlar Bolu, Kızıl Ahmet beyin tımarı altında idi.
Mahmut paşa da Kızıl Ahmet beyin aklını çelmiş, onu da kardeşi aleyhine tahrik etmişti. Mahmut paşa Kızıl Ahmet beye "Padişah,
İsmail Bey’in vilâyetini sana sadaka olarak verir’’ diyordu. Hatta bu sözünü
bir beratla da tevsik ederek Kızıl Ahmet beye vermişti.
Fatihin Kastamonu’yu
zaptı ve İsmail beyin Sinop’a gidişi:
İşte bu sırada Hasan tutulmuştu. Padişah, Hasan’ın sancağını Kızıl Ahmet beye
verdi ve onu Kastamonu’ya gönderdi. Kızıl Ahmet Bey çabukça Kastamonu’ya geldi.
Vilâyet halkı kendisini bildiği ve padişahlarının oğlu olduğu için ona itaat
ettiler. İsmail Bey, halkın kardeşine itaat ettiğini görünce, Kastamonu’da neyi
var, neyi yoksa hepsini toplayarak Sinop’a gitti ve Sinop kalesine sığındı.
Bu
sırada Fatih Kastamonu’ya yetişti ve burasını resmen zaptetti. (865 H — 1459
M). Ve İsmail beyin Sinop’a gittiğini haber alınca durmadan Sinop’a hareket
etti.
Bu
esnada Mahmut Paşa da Kızıl Ahmet beyle birlik Sinop’a gittiler. Padişah da
kendilerini yavaş yavaş takip etti. Mahmut paşa ve yanındakiler, Sinop
kalesinin yanına kadar vardılar.
Sinop’un
da İsmail beyin elinden alınması:
Fatih, Sinop’un kan dökülmeden zaptedilmesini arzu ediyordu. Mahmut paşa,
Fatihin bu düşüncesini bildiğinden İsmail beye son bir mektup yazarak ‘’Padişahın
bana olan fermanına göre, buraları ele geçirmeden çekilip savuşmak ihtimalimiz
yoktur. Ancak din kardeşliği dolayısile size bu hususta doğru yolu göstermeyi
uygun gördük. Irz, mal, çoluk ve çocuğunuz perişan olmadan bu işi iyi bir
şekilde hallederseniz hakkınızda çok hayırlı bir şey olur.’’ tavsiyesinde bulundu.
İsmail Bey
bu mektubu alınca, kaleyi teslimden başka kurtuluş çaresi olmadığını anladı ve
Mahmut paşanın sözünü tuttu. Bunun üzerine kale duvarı üzerinden hayatının
muhafazası hususunu, Mahmut Paşa ile görüştü. Mahmut paşadan söz ve yemin aldı.
Bundan sonra, hisar kapısından çıkarak Mahmut beyin yanına geleceğini bildirdi.
Fatih Mehmed’le
İsmail beyin görüşmesi:
Fatih Hisarın alındığını, İsmail beyin de Mahmut paşaya sığındığını duyunca,
İsmail beyin şanına layık olan tazimat’’ mülûkâne ile yanına çıkarılmasını emreyledi. Orada bulunan
vezirler, İsmail beyin önünde eğildiler. İsmail bey padişahın yanına çağırıldı.
Kendisi otağa girdiği zaman, Fatih de ayağa kalktı ve birkaç adım ilerleyerek
İsmail beyi karşıladı. İsmail bey,
Fatih'in elini öpmek istedi. Fatih, kendisine “sen benim ulu kardeşimsin’’ diye
elini vermedi. Biraz ayakta konuştuktan sonra, elinden tutarak oturduğu serire
birlikte oturdular. Fatih İsmail beye hürmette kusur etmedi. Ve kendisine Bursa
Yenişehir'i
ile İnegöl ve Yarhisar’ı tımar olarak verdi.
Bunun
üzerine İsmail Bey Kastamonu’ya geldi. Fatih de Kastamonu ve Sinop’a kendi
adamlarını yerleştirdi. Kastamonu askeri de kızıl Ahmet beyin kumandası altında
toplandı. Fatih, İsmail beyin oğlu Hasan beye de Bolu sancağını verdi. Bunun
üzerine Hasan Bey, Fatihle beraber Trabzon seferine hareket etti.
İsmail
beyin Kastamonu'dan ayrılması:
İsmail Bey, Kastamonu'ya gelince, doğruca Devrekâni’ye gitti. Çoluk çocuğunu,
eşya ve sairesini topladı. Veziri Şahabeddin
ağa da yanında idi.
Yenişehir’e hareket etti. Artık orada oturmağa başladı.
Bu
sırada. Karaman oğlu, Fatih ile birlik Kastamonu’ya gelmek üzere Ankara’ya
kadar gelmiş, Fatih de kendisine ikramda bulunmuş ve babasının yanına
göndermişti. Padişah Sinop’tan Trabzon’a hareket edince Karaman Oğlu tekrar
Fatihe karşı ayaklanmış ve Yenişehir’de oturmağa başlayan İsmail beye de haber
göndererek "Osman oğlunun fırsatını bulduk. Yenişehir’de oturma. Bu
taraftan ben sana yardım ederim, bir taraftan da Uzun Hasan’a haber gönderelim.
O zaman sen de vilâyetine
git.’’ teklifinde bulundu. İsmail bey bu teklifi reddetti ve "Kastamonu’nun
Kızıl Ahmet bey elinde olduğunu, kardeşine karşı hareket etmeyeceğini bildirdi.
İsmail
bey nasıl bir zattı?
İsmail Bey Kastamonu’dan ayrılınca, bir kısım zamanını Yenişehir’de geçirdi ve
sonra, Fatih tarafından Filibe’ye gönderildi; ölümüne kadar Filibe’de kaldı.
Kendisi Filibe’de,
yaptırmış olduğu Bey
Mescidi "ibni
Kasım’’ adile anılan mescidin yanındaki türbesine gömüldü.
(İsmail Bey’in Filibe’deki türbe ve mescidi, umumî harbin başında Bulgarlar tarafından
yıkılmış ve Bulgarların Olavna Ulitsa(?) dedikleri bir büyük cadde
geçirilmiştir.)
İsmail
bey, Candaroğulları ailesi içinde olduğu kadar, Osmanlılar da dahil olduğu
halde, birçok Türk ve İslâm hükümdarları içinde en dikkate eğer bir Türk ve Müslüman
hükümdarıdır.
Çok alim,
fazıl, halim, selim ve sakin bir zat olan İsmail beyin hürmet ve sevgisini,
aradan beş yüz senelik bir zaman geçmiş olmasına rağmen, muhitin bütün halk ve
münevverleri hâlâ taşımaktadır.
İsmail
bey zamanında, en küçük bir gürültüden dahi çekinmiş ve sükûn içinde geçen
hayatını, Kastamonu’nun imarına, ilim ve fennin yükselmesi ve ilerlemesi
yolundaki hizmetlere hasr ve tahsis eylemiştir, işte bu yüzdendir ki, İsmail
beyin devrinde Kastamonu, devrinin en ileri bir
ilim şehri olmuş ve hatta bu şöhret, hükümdarın ölümünden sonra bile yıllarca
sürüp gitmiştir.
İsmail
bey, Kastamonu’da ilim hareketlerine rehber oluşu ile, eserlerile bütün İslâm
âleminde de kendisine bir şöhret ayırtmağa muvaffak olmuştur.
Seyit
Şerif talebesinden
Seyit Ali
Acemi, riyaziyat
mütehassısı Şirranlı(?) Fethullah,
Kıraat ilminde
ihtisası olan ve tecvitten meşhur Risalei
Münci’yi yazan Kastamonulu Ömer, Miyarüleşar müellifi Halit oğlu Yunus, İsmail bey tarafından ilim ve
faziletine hürmeten kendisine medrese ve kütüphane yaptırılan Niksarlı Muhiddin, kazainüssürur
miftahunnur adlı
tıp eserinin müellifi Sinoplu Halit
oğlu Mümin, tabibi
hazik Tebrizli Mevlana
Kemal ve saire
gibi fikir adamları; Sinoplu
Mehmet, Kastamonulu
Türabi, Hamdi, Senayi ve Haki gibi şairler ve edipler, Hayreddin Halil ve saire gibi müderris ve ulema
hep İsmail Bey tarafından himaye edilmişlerdir.
İsmail
bey, fıkıhtan Hulviyat
adındaki yetmiş
baplık ve 648 sahifelik büyük eseri yazarken etrafındaki ilim adamlarına da Türkçe
eserler telif ve terceme ettirmekten geri kalmamış ve kabiliyetli adamları teşvik
ve himaye etmekten geri durmamıştır. (İsmail Bey’in
Hülviyatı, birçok fıkıh meselelerini çok vazıh bir şekilde, açık olarak teşrih
etmektedir. Bu çok kıymetli eserin, basılmamış olmakla beraber, birçok
nüshaları hala vardır. Eserin bir nüshası da Ankara’daki Maarii Vekaleti kütüphanesindedir.)
Ayrıca bu muhtelif
ilim ve fen şubelerine ait eserlerin telif ve tercemesi sırasında, bilhassa
onların Türkçe olmasına da fazla ehemmiyet verdirmiştir.
Şair
Hâmidinin İsmail Bey ve Kastamonu hakkındaki mersiyesi:
Şair Hamidi,
İsmail beyin emri olduğu zamanda Kastamonu’ya gelmiş ve burada bir kaç gün
kalmıştır. Bu şairin ele geçen divanının içinde pek çok methiyeler vardır. Bu
divanın bir hususiyeti varsa, o da zamanının bildiğimiz divan sahiplerinden
eski olması ve pek çok kasidelerinin Fatih Mehmet’e ait bulunmasıdır. İşte bu
divanın içinde şair, Kastamonu’ya ve hükümdar İsmail beye de hayli mühim bir
yer ayırmıştır. Hatta şair, İsmail beyi bir defa da Filibe’de görmüştür.
Hamidi, Kastamonu’ya
geldiği zaman burada müthiş bir kış hüküm sürüyormuş. Şair, bu kışı pek müthiş
bir surette tasvir etmektedir. Şehrin sularını ve havasını da pek beğenmekte ve
sularını Fırat’a,
havasını da Bağdad’ın havasına benzetmektedir.
Hâmidî,
kasidesinde kaleden de bahsetmekte ve onun semavi bir istihkâm halinde olduğunu
yazmaktadır. İsmail bey hakkında yazdıkları daha mühim ve dikkate değer bir
vaziyettedir.
Hayli
uzun olan bu kasidenin bir hülâsasını buraya yazmak her halde faydasız
olmayacaktır. Kasidenin hülâsası şöyledir:
“Güneş
bulutlara saklandı, yer, karın içine gömüldü. Şimdi artık ne yerin karalığı, ne
de güneşin ziyası görülüyor. Sular, kışın dehşetinden, tıpkı bir cıva gibi
dondu. Göğün ateş nefesli güneşi, kışın soğukluğu yanında, ejderha bile olsa
ses çıkaramıyor... Soğuk nefesimden, kirpiklerim buz bağladı.
Zamanın
Dârâsı, İsmail han, çok büyük bir hükümdardır. O, öyle büyük bir hükümdardır
ki, Allah’ın nurları onun kalbinde görünür. Zühtü takva sahibi olan bu
hükümdarlar hükümdarının yanında güneşin büyüklüğü, Süha yıldızından daha
küçüktür. Hükümet tahtının babında dürüst oturmayan hükümdarların ruhu, onun
temiz nefesinden himmet istiyorlar... Herkes, onun kılıcından korkar,
kaleminden lutfumar.
Ey büyük,
güneş gibi parlak hükümdar! Senin altın bağışlayan din güneşten daha ziyade
verimlidir. Senin kerem elinle, güneşi mukayese etmek, birbirine ne kadar zıt
bir şey olur... Senin keskin kılıcın, düşmana kaçmak için yol göstericidir.
Sen,
deniz gibisin, evlâtların da denizdeki inciler gibidir.
Sen, güneş gibisin, evlatların da gökteki ay gibidir.
Memleketin hâkimisin, Müslümanlığın istinatgâhısın…
Kastamonu,
senin adaletinle, Çin ve Hata memleketlerinden daha iyidir. Senin zamanında
mamur olmasını dilediğim Kastamonu’nun suyu ve havası çok hoştur. Kastamonu’nun
tatlı suyu Fırat gibidir. Havası da tıpkı Bağdadın havasıdır.
Şehrin
kalesi, müstahkem bir gök burcu gibidir. O, yükselmiş, bir demir parçası gibi
dağ olmuştur. Bu kale, bu kuvvetli hisar bana öyle güzel görünüyor ki, ben onu,
kendi eteğini kendi beline bağlamış bir
mermere benzetiyorum. Kaleni, sanki göğe yetişmiş görüyorum. Bence, onun
bekçisi zuhal, kapısındaki arap da azradır.
Düşmanların
muharebe gününde, onun yalnız burcunu görecekler, ona gözlerinden gayrı ok ve
başka silâhları erişemeyecektir.
Senin itaat hisarından cahillikle dışarı çıkanların başına, gökten taş yağsa, yeri vardır...''