24 Ağustos 2019 Cumartesi

Mehmet Önder Atatürk'ün Yurt Gezileri - Kastamonu Bölümü

Atatürk, kurduğu Cumhuriyetin çağdaş medeniyette yerini alabilmesi için, devrimlerle bütünleşmesi gereğine yürekten inanıyordu. Cumhuriyet, millet egemenliğine dayanan bir idare, bir devlet biçimiydi. Bu biçimi, çağa uygun ileri bir düşünce sistemiyle birlikte modern bir kalıba yerleştirmek, genç Türkiye Cumhuriyetini bu kalıp içinde yuğurmak, olgunlaştırmak ve yüceltmek, çağın çok gerisinde kalmış bitik bir milleti yeniden diriltmek, ayağa kaldırmak istiyordu. Bu yolda, en büyük yardımcısı yine milletti. Her devrimden önce, yurt gezilerinde onunla görüşüyor, konuşuyor, fikrini alıyor, sonra uygulamasına geçiyordu. Sıra, Şapka Devrimi’ne gelmişti.

 O günedeğin, Anadolu’da birçok şehirleri, kasabaları ziyaret etmişti. Gittiği yerlerde halk onu, başında, kuzu derisinden yapılmış bir kalpakla görmüş, öyle tanımıştı. Bu kez, hiç gitmediği bir yere, başında şapkasıyla görünmek istiyordu. Bu yerin Anadolu’da çok daha kapalı kalmış, bir bölge bir şehir olması uygun olurdu. Böylelikle halkın tepkisi, takınacağı tavır, daha açık olarak meydana çıkabilirdi.

 Derken, 1925 yılı Ağustos ayı başlarında, Ankara’ya 9 kişilik bir Kastamonu heyeti geldi. Başlarında Kastamonu Milletvekîlî Mehmet Fuad’ın bulunduğu bu heyet, Atatürk'ü Kastamonu’ya dâvet ediyordu. Atatürk, bu dâveti hemen kabul etti. Kastamonu’ya o güne kadar hiç gitmemişti. Başında şapkasıyla gidecek, bölgede birkaç gün kalacak, halkla konuşacaktı.

Bir Devrimin Öncesi

 23 Ağustos 1925 Pazar sabahı, yanına Kütahya Milletvekili Nuri (Conker)i, Rize Milletvekili Fuat (Bulca)yı aldı. Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Tevfik (Bıyıklıoğlu), Başyaver Rusuhi, Muhafız Birliği Komutanı İsmail Hakkı (Tekçe) de bu geziye katılmışlardı. Otomobillerle, Kalecik üzerinden öğleye doğru Çankırı'ya vardılar. Atatürk, gri renk bir elbise giymiş, başına geniş kenarlı bir panama şapkası geçirmişti. Geziye katılanlar da şapkalıydı. Yolda Çankırı Valisi Cemil, Belediye Başkanı Operator Rıfkı Bey karşılamışlardı. Atatürk’ü şapkalı gören karşılayıcılar, başlarından kalpaklarını çıkararak ya koltuklarının altına alıyor, ya da bir şapka uydurup başlarına geçiriyorlardı. Törenle, Çankırı’ya girdiler, Öğle yemeğini Çankırı’da alan Atatürk, saat 13.30’da Kastamonu'ya hareket etmişti.

 Dağlık ve ormanlık yol pek elverişli değildi. Önce Ilgaz’a uğradılar. Geçilen her yerde, köyler, kasabalar karşı çıkıyordu, Beşdeğirmenler’e geldikleri zaman Kastamonu'dan gelen binden fazla ath ve yaya karşı çıkmıştı. Atatürk, arabasından inerek, Kastamonu Valisi Fatin Bey başkanlığındaki heyete ve karşılayıcılara teşekkür etti. Akşama doğru Kastamonu’ya girdiler. Halk, Atatürk’ü başı açık, elinde panama şapkası görünce, başlarındaki kalpak, tekke ne varsa çıkarıyor, öyle selâmlıyorlardı. Doğruca Hükümet Konağı’nın gelen Atatürk, burada kısa bir süre dinlendikten sonra, geceyi geçireceği Terzi Mehmet Emin’in evine geldi. Türk ocağı gece büyük bir fener alayı düzenlemişti. Atatürk’ün kaldığı konağın önünde milli oyunlar oynanıyordu. Atatürk, Kastamonulu davulcu ve zurnacıların bulunduğu alana geldi. Halk, başı açık alkış tutuyordu. Atatürk, Kastamonu’nun tanınmış Sepetçioğlu Oyunu'nu çok beğenmişti. Oyuncuların ellerini sıkarak kutladı.

  Bir Türk Dünya’ya Bedeldir

 24 Ağustos 1925 sabahı Atatürk, mareşal üniformasını giymiş, göğsüne İstiklâl Madalyası’nı takmıştı. Önce, Askeri Kışla'ya giderek buradaki birliği denetledi. Bu sırada koğuşlardan birinde: (Bir Türk on düşmana bedeldir) yazılı bir levha görmüştü. Subaylardan birine, yazıyı göstererek :
 -- Öyle mi? Diye sordu.
 -- Evet Paşam..
 Atatürk :
 --Hayır, bence öyle değildir. Bir Türk Dünya’ya bedeldir diye karşılık verdi.

 Atatürk bu ziyaretleri yaparken, memurlar ve halk, terzilere üşüşmüştü. Herkes şapkaya benzer bir şeyler yaptırıyor, başlarına giyiyorlardı. Atatürk Belediyeye geldiği zaman, Başta Belediye Başkanı Hacı Necip olmak üzere, karşılayıcılarının çoğunun başında şapka görmüştü.

 Belediye’de çevre ilçe ve bucak heyetlerini kabul eden Atatürk, İnebolu Heyetinin dâvetini kabul ederek :
--İnebolu’ya görmek istiyordum, memnun olurum, demişti.

Bu arada çiftçiler birliği üyeleri ile de görüşmüş, tarım makinaları olup olmadığını sormuş, yok demeleri üzerine:
- -Ben de çiftçi olduğum için biliyorum, makinesîz ziraat olmaz. El emeği güçtür. Birleşinîz. Birliklerle makine alırsınız. Yılda yüz dönüm ekeceğinize, on mislî, yüz misli fazla ekersîniz. Memleketimiz çiftçi memleketidir.

 diye onlarla uzun uzun konuşmuştu. Bir esnafa da:

 --Fesini göster! dedikten sonra:

--İşte içinde takke, üzerinde abani sarık, fes. Bunların hepsinin parası ayrı ayrı ecnebilere gidiyor. Bunu söylemekten maksadım şudur. Biz her yönden insan olmalıyız. Acılar gördük. Bunun sebebi dünyanın durumunu anlayamadığımız içindir. Fikrimiz, zihniyetimiz medeni olacaktır. Şunun bunun sözüne önem vermeyeceğiz. Medeni olacağız, diyerek geri kalmışlığın açık saçık nedenleri üzerinde durmuş: (Medeniyet öyle bir ateştir ki, ona kayıtsız olanları yakar ve mahveder) demiştir.

 Atatürk, Hükümet Konağında, memurlarla da bir görüşme yapmış, Burada Kastamonu Müftüsünün sarığını çıkararak başı açık toplantıya gelmesinden memnun olmuştu. Ertesi gün 25 Ağustos 1925 te öğleden sonra İnebolu’ya hareket etti.

 «Buna Şapka Derler, İşte Bizim Şapkamız»

 Yol üzerinde Ecevit ve Küre kasabalarında kısa birer mola verdiler. Küreliler bucaklarının ilçe olmasını istiyorlardı. Atatürk bu isteklerini kabul etti. Küre bir yıl sonra ilçe olmuştu.

 İnebolu coşkundu. Bunca kalabalık ne zaman toplanmış, şehrin girişine taklar ne zaman kurulmuştu, akıl sır ermiyordu. Atatürk, sivil elbisesi ve elindeki panama şapkasıyla İnebolu‘ya giriyordu. Başı açık, ya da şapkaya benzer başlıklı binlerce halk...

 Akşam yaklaşıyordu. Yorucu, hareketli bir gün geçmişti. Doğruca, İnebolu Belediye Başkanı Hüseyin Karagülle’nin evine yürüdüler. Atatürk, geceyi bu evde geçirdi.

 26 Ağustos 1925 Çarşamba günü öğleye kadar dinlenen Atatürk, öğleden sonra mareşal üniformasıyla Belediye’ye kadar yürüdü. Belediye’de heyetler ve çeşitli kuruluşların temsilcileriyle görüşmeler yaptıktan sonra, Hükümet’te memurlarla tanıştırıldı. Bu sırada, denizciler akşam yapacakları şenliğin provasını yapıyorlar, (Heyamola) türküsünü söylüyorlardı. Bu türkü, Atatürk’ün çok hoşuna gitmişti. Pencere önünde bir süre dinledi. Sonra, kaldığı eve giderek, sivil elbiselerini giydi. Elinde panama şapkasıyla, yaya, şehirde bir gezinti yaptı. Halk artık şapkayı yadırgamıyor, hatta bir an önce bir şapkaya sahip olabilmenin çarelerini arıyordu. Gece, denizcilerin ve kayıkçıların gösterileri çok parlak olmuştu.

 Atatürk, kalabalığın içine girerek bir konuşma yapmış: (Ben şimdiye kadar millet ve memleket hayrına ne gibi hamleler, inkılâplar yapmış isem hep böyle halkımızla temas ederek, onların ilgi ve sevgilerinden, gösterdikleri samimiyetten kuvvet ve ilham alarak yaptım. Hedefimiz, gayemiz hep millet ve memleketimizin selâmeti, mutluluğu ve ilerlemesidir..) demiştir.

 27 Ağustos 1925 te de İnebolu Türk Ocağında yaptığı uzun konuşmada, salonu dolduran topluluğa elindeki şapkayı göstererek :
--Bunu açık söylemek isterim. Bu serpuşun ismine şapka denir. Redingot gibi, bonjur gibi, smokin gibi, frak gibi. İşte şapkamız diyenler vardır. Onlara diyeyim ki çok gafilsiniz, çok cahilsiniz, onlara sormak isterim. Yunan serpuşu olan fesi giymek caiz olur da, şapkayı neden olmaz, diyerek Şapka Devriminin ilk bayrağını açmıştı.

O gün öğleden sonra İnebolu'da bir deniz gezintisi yapan Atatürk, geceyi de geçirdikten sonra, 28 Ağustos 1925 sabahı Devrekani yoluyla Kastamonu'ya dönmüştü. Taşköprü heyeti Kastamonu'da Atatürk'ü bekliyor ve şehirlerine götürmek için sabırsızlanıyorlardı. Atatürk onların da gönüllerini aldı. Saat 15 te Taşköprü'ye hareket etti. Gece saat 20'de Kastamonu'ya döndü. Ertesi gün de Daday'ı sevindirdi, Belediye binası önünde toplanan halka bir konuşma yaptı.

 30 Ağustos 1925 günü Kastamonu Türk Ocağını ziyaretten sonra, Halk Fıkrası binasına gelerek, yine şapka ve kıyafet Devrimi üzerine heyecanlı bir nutuk verdi. Bu nutkunda: (Yaptığımız ve yapmakta olduğumuz inkılapların gayesi Türkiye Cumhuriyeti halkını tamamen asrî ve bütün mâna ve şekliyle medeni bir toplum haline getirmektir. İnkılâplarımızın asıl umdesi (ilkesi) budur. Bu gerçeği kabul edemiyen zihniyetleri tarumar etmek zaruridir..) demiştir. 31 Ağustos 1925 sabahı Kastamonu’dan ayrılırken Lise öğretmeni Cemal’in uğurlama konuşmasına verdiği cevapta da: (Emin olunuz ki size vedâ için elimi uzattığım zaman bu sizden uzaklaşmak için değil, sizinle temasımı bütün ömrümde hissetmek içindir. Kastamonu’da bulunmadığım halde bile, yine sizin içinizde imiş gibi daima duygulanacağım) diyerek Kastamonululara gösterdikleri sevgiden dolayı teşekkür etmiştir.

 Atatürk, o gün Ankara'ya dönmek üzere Çankırı'ya geldi.

Aradan bir yıldan fazla bir zaman geçti. 20 Aralık 1926 günü Kastamonu'dan Kastamonu belediye Başkanı Hüseyin (Karagülle) Halk Fırkası Başkanı Refik ve daha 5 kişi bir heyet halinde Ankara'ya geldiler. Milli Eğitim Bakanı Mustafa Necati, Kastamonu'nun Fahri Hemşehrisi idi. Birlikte Atatürk'ü ziyaret ederek Kastamonuluların bağlılık ve sevgilerini ilettiler. Atatürk:

--Kastamonu halkının hakkımda göstermiş olduğu ve muhterem heyetiniz aralığı ile belirttikleri duygulardan dolayı teşekkür ederim. Kastamonu'nun nezih çevresinde geçirdiğim günler benim için unutulmaz hatıralarla doludur. En uygun fırsatta yine memleketinizi ziyaretle Kastamonu halkının temiz sinesinde bulunmak en büyük emelimdir. Kastamonululara selâmlarımın ulaştırılmasını sizden rica ediyorum, dedi.
 Kastamonu heyeti, görevini yerine getirerek, hemşehrilerine bu sözü ilettiler.

23 Ağustos 2019 Cuma

Nurettin Peker - Kastamonu Havalisi - Giriş Bölümü


ÖN SÖZ 

Tarihten ibret almadığımız içün o bizden intikamını almış ve milletimizi İstiklâl savaşı gibi eşsiz bir boğuşmaya ve yeniden bir tarih yazmağa mecbur etmiştir.

İstiklâl savaşında kuvvetli ve zaif taraflarımız olmuştur, îmân ve zaferlerle dolu kuvvetli taraflarımızı övünerek gençliğe anlatır parlak örnekler verirken eksik ve yanlışlarla dolu zayıf taraflarımızı da üzülerek gençliğe bildirmek suretiyle ibret dersi vermeği milli bir borç bildim.

Bunun içün kurtuluş savaşımızın yarin topluca bir tarihi yazılırken ona faydası olur düşüncesiyle Kastamonu Havalisini dolaştığım otuz sene zarfında Resim ve vesikalar toplamış, ayrıca o günleri yaşamış vazifeli ve alakalıların hatıralarını almış ve l/Mayıs/1951 de emekliye ayrıldıktan sonra işe devam ederek Kastamonu Valisi Nurettin Aynuksa ve Askerlik Dairesi Başkanı Albay Muhib Cantınaz’ın izinleriyle rutubetli mahzenlerde yaptığım yıpratıcı araştırmalar sonunda elime geçen vesikalardan başka aşağıda adlan geçen eserlerle, arayıp bulabildiğim zevatın şahsen verdikleri bilgi ve hatıralarıda derleyüp tarih sırasiyle birleştirerek İstiklâl Savaşında genel durum ile İnebolu ve Kastamonu Havalisi’nin yararlıklarını belirten bu kitabı yazdım. Ve takım, Bölük kumandanlıklariyle katıldığım Balkan, Birinci Dünya, ve İstiklâl savaşlarından sonra Kastamonu Vilâyetinde idare amir ve memurluklariyle geçen hepsi kırk küsür senelik yurd hizmetime ek olarak bu eseri de katmayı istedim.

Malî kudretim müsait olmadığından dolayı bahsedemediğim bazı muhit ve başarılı hizmetlerine rağmen hatıralarını atamadığım bir kısım muhterem zevat vardır. Yazacakları eserlerle bu eksikleri tamamlamalarını diler ve bu eserdeki konuların dizi ev yazı bakımından görülecek kusurlarını iyi duygularıma bağışlamalarını sevgili okuyucularımdan reca ederim.

Esere Nasıl Başlandı

Istiklâl Savaşı sona erince, arzumla kahraman ordudan ayrıldıktan sonra 924 yılında Hoşalay Nahiyesi Müdürü iken Cide Kaymakamlığınada vekâlet ediyordum. İdarî bir tahkikat içün 28/Hazjran/1924 tarihinde Cideye gelen Kastamonu Valisi Fatin beyle Jandarma K. Yarbay Remzi ve Sağlık Müdürü Sait Beylerle beraberlerinde Açık Söz gazetesi adına Md. Hamdi beyin gönderdiği baş yazar Hüsnü beyin Furtına yüzünden bir hafta kadar Cidede kaldıkları günlerde değişik konularda konuşulur ve kurtuluş Savaşının henüz hafızalarda tâze duran hatıraları heyecanla anlatılırken elimdeki Dokümanları Vali ve arkadaşlarına gösterdiğim zaman Vali Fatin bey, bu konuda bir kitab yazmamı tavsiye edince.

(Evet hazırlanıyorum. Şimdiki halde ancak memuriyetimi yapmağa vakit bulabiliyorum. Birgün sağlıkla emekliye ayrılırsam yazarım. Fakat Kastamonuda Gazetecilik yapan Hüsnü Bey ve arkadaşlarının hatıralar yazmak, kitab bastırmak imkânları vardır. Daha önce bu millî vazifeyi yapmaları ve bir çığır açmaları gerekmez mi efendim? demiştim.

Toplantıda bulunan Hüsnü Bey Açık Söz kolleksiyonlarından faydalanarak böyle bir eser hazırlayacağını söylemiş ve yardımlarımızı isteyerek kendine has ve tok bir sesle «Vali beyefendi, bir zamanlar Hamdi beyle Açık söz gazetesini nasıl çıkardığımızı arkadaşım bilir. Abune yok. Para yok, harb zengini değiliz. Her şey mangırla olur» demiş ve acı acı gülmüştü.

Vali yardım vaad etti ve yaptı, bende o gün kendisine yüzden fazla Abone sağlamakla ilk yardımı yapmıştım. O ilk çığırtı açtı. Millet Vekili iken Ölen Hüsnü ve Fatin beyleri saygı ile anarım.


FAYDALANDIĞIM KİTABLAR VE EU ESERE ŞAHSEN
HATIRA VE BİLGİ VERENLER

Büyük Atatürk’ün Tarihi, nutuk ve vesikalarından, Açıksöz koleksiyonundan, Hüsnü Açıksözün İstiklâl savaşında Kastamonu, Deniz Albayı Midhad Işıl’ın İstiklâl harbi Deniz Cebhesi, Kâzım Karabekir Paşanın İstiklâl savaşı esasları adlarındaki eserlerinden faydalanmakla beraber şahsen, rütbe ve mevki sırası gözedilmeksizin yardım sırasiyle Kastamonu ve Bolu Havalisi Kumandanı Muhiddin Paşanın akrabası Üstad Cemalettin Saraçoğlu, eski Kastamonu Vilâyeti Sıhhiye Müdürü Doktor Ferruh Niyazi Ayoğlu, Üstad Abidin Daver, Üstad İsmail Habib Sevük, eski Açıksöz gazetesi sahibi ve Kastamonu milletvekili Hamdi Çelen, eski Kastamonu Sultanisi Müdürü ve Milletvekili Telat Onay, Kastamonu Kitaplık Müdürü İhsan Ozanoğlu, Eski Kastamonu Valisi Nurettin Aynuksa, Ödemiş ağır ceza Mahkemesi Reisi Emin Tatlı, eski noter Emin Şefik, Güreş Antrenörü şair Fuat Peker, Kastamonu ve İstanbul Tüccarlarından Cemil Pattaban, ve Tahsin Kırımlı Araç Belediye Reisi Adil Acar, Ereğlide emekli Jandarma başgediklisi Hasan Ünsalan, eski Abana belediye Muhasibi Necati Yazıcı, İnebolu Demokrat parti başkanı Ali Gözlük, Acente kâtibi Hüseyin Daylan, Ankarada mütehassıs Doktor Ertuğrul Arat, İnebolu’da Tüccar Selâhattin Tümer, Kaymakam Selim İmece, Inebolulu Ahmet Soğangöz, İstanbul Kereste tüccarlarından Adil Tığlı, Müteahhit Inebolulu kölenin Memhet Gürsoy, emekli Mehmet Tırmandı, Tüccardan Mehmet Kâhyaoğlu, Abanalı Mehmet kahraman kaptan, Inebolulu Baş öğretmen Şükrü Tekkanat, kahveci Mustafa Reis, İnebolu Kayıkçılar loncası reisi Kâhyanın Mustafa Bilâc, eski Sinop Mektupçusu Hüseyin Hilmi Uluğ, Kastamonu U. M. üyesi Lütfü küre Eminoğlu, Hattat Emrullah Demirkaya, Devrekânide manifotracı Recep durusu, Tüccardan Numan Kulaksızoğlu, İnebolu M. M. Yüzbaşı Mahmut Tuğcu, İstanbul’da emekli Albay Mustafa Arslanoba, Emekli Tüm General Seyfettin Çalbatur Hasköy Un Fabrikası Müdürü eski İstanbul Millet vekili Hamdi Gürsoy, Ankara’da emekli topçu Albay Kâni, Bilecik Millet Vekili: Emekli Kor General Yümnü Üresin, Kütahya Millet Vekili emekli Or General Asım Gündüz, İstanbul’da emekli Kor General Osman Gürler, Emekli Tüm General Fuad Peközer, emekli Tüm General Seyfeddin Akkoç, eski Kastamonu Millet Vekili Abidin Binkaya, Zarbana Muhtarı Sadullah Reis, Emekli Tuğbay Asım Kazancıgil, emekli Albay Doktor Nuri Arkan, emekli kıdemli Binbaşı Yakup Batur, Emekli Albay Doktor İbrahim Koşumdok, Cide D. P. Bşk Ali Nazım Gürçay. îstanbulda Milis General Cevat Rıfat Atılhan. Üstad Eşref Edib.

Bu zevatın ilgi ve bilgi veya kolleksiyonlarından faydalandığımı yazarken değerli yardımlariyle tarihimize yaptıkları hizmeti taktirle anar ve bunlardan eserin tab’ından evvel ölenlerin ve İstiklâl savaşında Şehid düşenlerle büyük Dâhî Atatürk’ün mübarek ruhlarını saygı ile taziz ederim.



11 Haziran 2019 Salı

Yakın Tarihimizde Kastamonulu Kadınlar



YAKIN TARİHİMİZDE KASTAMONULU KADINLAR
Yrd. Doç. Dr. MUSTAFA ESKI
Yakın tarihin kaynaklarını incelediğimiz zaman, Özellikle II. Meşrutiyet yıllarından itibaren Kastamonulu kadınların, çeşitli sosyal faaliyetler yoluyla adlarını duyurmaya başladıkları görülmektedir. Bu konuda, kronolojiye uyarak şu bilgileri vermemiz mümkündür.

Kadınlar, 1909 yılında, askerlere kış hediyeleri temin etmek maksadıyla bir araya gelmişler ve çeşitli eşyalar toplamışlardır. İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin yayın organı Köroğlu Gazetesi, eşyaları liste halinde yayınlayarak bu konudaki çabaları övmüş ve "Yaşasın Osmanlıların Alicenap Kadınları" ifadesini kullanmıştır".

Bilindiği gibi, Osmanlı İmparatorluğu, bilhassa 16. asırda güçlü bir donanmaya sahip olmuştur. Onu eski ihtişamına kavuşturmak amacıyla 1909 yılında İstanbul'da Donanma-i Osmani Cemiyeti kurulmuştur. Cemiyetin Kastamonu şubesi 7 Ocak 1326 (1910) da', kadınlar kolu ise bir hakimin eşinin başkanlığında 3 Haziran 1911'de çalışmalara başlamıştır. Hanımların bu çabalarına büyük değer veren Köroğlu gazetesi; "Donanmamızın şevket ve satveti hususunu, erkeklerimizden daha ziyade düşünen hanımları, Osmanlılık namına tebrik ve takdis ederiz" diye yazmıştır. Cemiyet üyesi hanımlar, çeşitli toplantılar düzenleyerek para ve eşya toplamışlardır.

Kastamonu'da, Kızılay Derneği kadınlar şubesi, Vali Galip Bey'in eşinin başkanlığında 25 Ocak 1912'de kurulmuş; öncelikle Daday ve İnebolu'da şubeler açılmıştır. Gazetelere yansıyan bilgilere göre Kızılay'ın amacı, gazilere ve Osmanlı askerlerine don, gömlek, entari, hırka, çorap v.b. giyecek eşyaları hazırlamak şeklinde belirlenmiştir.

Adından söz etmek istediğimiz üçüncü dernek ise Hanımlar İş Yurdu Cemiyetidir. Vali Atıf Bey'in eşinin başkanlığında 27 Ekim 1916'da bir araya gelen kadınlar, biçki, dikiş ve el işleri öğreterek hanımları hünerli yapmak ve gerektiğinde kendilerinin geçimlerini sağlayabilecek bir güce kavuşturmak amacıyla dernek kurmaya karar vermişlerdir. Köroğlu gazetesi bu olayı vilayetin tarihinde bir "merhale-i terakki" olarak kabul etmiştir. Hanımlar İş Yurdu Derneği, 100 dolayında üye ile sadece hanımlar tarafından kurulmuş ve 7 kişilik yönetim kurulunca idare edilmiştir.

Milli Mücadele'nin başlamasından sonra Kastamonu, 16 Eylül 1919 tarihinde Kuva-yi Milliye ile birleşmiş ve 27 Eylül 1919'da Müdafaa-yı Hukuk Cemiyeti'nin şubesi burada fiilen kurulmuştur. Buna bağlı olarak, hanımlar da bir araya gelmişler ve muhtemelen 26 Eylül - 19 Ekim 1919 tarihleri arasında cemiyetin kadınlar şubesini faaliyete geçirmişlerdir. Bu komitede şu kişiler görev almıştır. Havali Kumandanı Miralay Osman Bey ile Sultani Mektebi ve Reji müdürlerinin eşleri; eşraftan Hafız Nebiye Hanım, İzbelizade Hafız Selma Hanım ve İsmet Hanım (Mevlevi Tahir Çelebi esi), ayrica Bedriye Hanım (Maarif Md. esi), Saime Hanım (Sağlık Md. eşi), Zekiye Hanım (Polis Md. eşi) ve Neyyire Hanım (Reji Md. kızı).

Yakın tarihimizde Kastamonulu hanımların yaptıkları en güzel hareketlerden birisi şüphesiz ki, 1919'da düzenlenen ilk Türk Kadın Mitingidir. Bilindiği gibi, 1918 yılında imzalanan Mondros Mütarekesi ile güzel yurdumuz parçalanmış ve işgal edilmiştir. Düşmanlar, ele geçirdikleri yerlerde, büyük tepkilere sebep olan barbar davranışlar göstermişlerdir. Bunun üzerine Kastamonulu hanımlar, vahşetleri protesto etmek üzere miting yapmaya karar vermişler ve Öncelikle bir tertip komitesi kurmuşlardır. Bu komitede su kişiler görev almıştır: Zekiye Hanım, Kamuran Hanım, Saime Hanım, Bedriye Hanım, Münire Hanım, Refika Hanım, Neyyire Hanım.
10 Aralık 1919 günü, üç binden ziyade kadın, Kız Öğretmen Okulu'nun bahçesinde toplanmış, işgalleri, vahşetleri ve yapılan haksızlıkları şiddetle protesto etmiştir. Mitingde Zekiye Hanım, Kız Öğretmen Okulu Müdiresi Hikmet Hanım ve yardımcısı İclal Hanım ile Miralay Osman Bey'in kızı Refika Hanım birer konuşma yapmışlardır. Gazetelerdeki yer darlığından sadece Zekiye Hanım'ın konuşması yayınlanmış, diğer hanımlardan ise özür dilenmiştir. Zekiye Hanım, işgalleri ve haksızlıkları şiddetle kınamış ve evlatlarımızın, kardeşlerimizin kanıyla suladığımız yurtlarımızın isgaline, kardeşlerimizin felaketine susmayacağız demiştir. Haksızlıklara son vermek için, İtilaf Devletlerinin kadınlarına başvuracaklarını söyledikten sonra; "Eğer onlar da hakkımızı teslim etmezlerse, evlatlarımızın kanlarına kendi kanlarımızı karıştırarak erkeklerimizle bir safta, dinimiz ve istiklalimiz için ölecek; haksızlara, zalimlere tarihin lânetlerini terkederek şehâmetle öleceğiz", demiştir.

Mitingde alınan karar gereği, ABD Başkanı Wilson ile Fransa Cumhurbaşkanı Poincare'nin eşleri ile İngiltere ve İtalya Kraliçelerine ve Hindistan İmparatoriçesine telgraflar çekilerek işgaller protesto edilmiş ve düşmanların ülkemizi derhal terk etmeleri istenmiştir. Bu telgrafların diplomatik bir üslûpla kaleme alındığı görülmektedir. Söz gelimi, Fransa ile tarihteki ikili ilişkilere değinilmiş; Amerika'ya ise Wilson Prensipleri hatırlatılarak bunların ne olduğu sorulmuştur. Miting sonrasında padişaha ve sadrazama da birer telgraf gönderilerek bilgi verilmiştir.

Mustafa Kemal Paşa'nın henüz Ankara'ya gelmediği tarihlerde sergilenen bu hareket, Kastamonulu hanımların milli şuurlarının ne kadar yüksek olduğunu açıkça göstermektedir. Ancak bu, sadece onların değil, bütün Türk kadınlarının da ortak heyecanı olarak kabul edilmelidir.

Bilindiği gibi, Kurtuluş Savaşı yıllarında eli silah tutan erkekler cepheye koşmuşlardır. Geride kalan kadınlar ise askerin giyim, kuşam ve erzakını hazırlamışlar, en önemlisi de İnebolu'dan silah ve cephane taşımışlardır. Bunlardan, cephane yüklü kağnısıyla gelirken donup ölen Şerife Bacıyı, ayağından yaralanan Halime Çavuş'u, askerlere sargi alınması için gelinliğini Kızılay'a bağışlayan Hatice Bacı'yı, Sakarya Savaşı günlerinde, cepheye gitmek için dilekçe veren Tosyalı Nazife Hanım'ı, İnebolu'da yoksulluğuna ağlayan gururlu şehit karısını, Mustafa Necati'nin sözünü ettiği, Çerkes yollarında cephane taşıyan çıplak ayaklı nineleri, halen yaşayan Devrekânili Necibe Nineyi ve daha nicelerini rahmetle ve saygıyla anmak istiyoruz.

Milli Mücadele yıllarında Kastamonulu hanımlar, güzel sanatlarla da meşgul olmayı ihmal etmemişler ve bu amaçla ud, keman ve nota dersleri vermek üzere Hanımlar Musiki Dershanesini 1920 yılının Mart ayında faaliyete geçirmişlerdir". Bugün bile ihmal edilen güzel sanatlara o zamanki hanımların vermiş oldukları değeri takdir etmemek mümkün değildir.

Kurtuluş Savaşı'ndan sonra başlayan barış döneminde de hanımlar çeşitli sosyal ve kültürel etkinliklerin içinde olmuşlardır. 1925 yılında Atatürk'ü Kastamonu'ya davet etmek üzere Ankara'ya gelen heyetin içinde Hacer ve Hikmet hanımlar yer almıştır. Atatürk'ü Ilgaz doruğunda karşılayanlar içinde Hacer ve Lütfiye hanımlar vardır. Yine O'nu, Kastamonu'ya geldiginde grup halinde ziyaret edenler arasında Hacer, Lütfiye, Pakize ve Leman hanımların bulunduğu da bilinmektedir.

Bilindiği gibi, Türk kadınları seçme ve seçilme haklarına 1934 tarihinde kavuşmuşlardır. 1935 yılında yapılan seçimlerde 18 hanim milletvekili Meclis'e girmiştir. 1939 yılında yapılan VI. dönem milletvekili seçimlerinde ise 15 kadın, milletvekili seçilmiştir. Bunlardan birisi de Hacer Dicle'dir. Hacer Hanım, bugüne kadar Kastamonu'dan seçilmiş olan ilk kadın parlamenterdir. 1902 yılında Kastamonu'da doğmuş; 1915'de Kız Ibtidat Mektebi'ni bitirmiş ve 1920'de Kız Muallim Mektebi'nden mezun olmuştur. 19201935 yılları arasında Kastamonu'da ve çok kısa bir sürede Merzifon'da ogretmenlik yapmis; 1935'de 11 Genel Meclisi üyesi olmuş ve 1939'da milletvekili seçilmiştir.

Hacer Dicle, Kastamonu'da çeşitli konuşmalar yapmıştır. Bunlardan ilki 23 Nisan Bayramı münasebetiyle 1933 yılında yaptığı konuşmadır. O gün, ülkemizin Cumhuriyet'e nasıl kavuştuğunu anlatmış ve sözü çocuklara getirerek şunları söylemiştir.

"Asrimiz çocuk asrıdır. Çocuk terbiyesine ehemmiyet vermeyen milletlerin daima ölüme mahkûm olduğunu tarih bize ispat etmiştir. Çocuk bayramı ümit bayramı, istikbal bayramıdır. Şunu iyi biliniz ki, bugünün çocukları olan sizler yarının büyükleri olacaksınız. Bu aziz ülke, şu asil millet sizden çalışma bekliyor. Büyüdüğünüz vakit fedakârlık bekliyor. Bizler bu yüce ve yüksek gayenin temellerini attık, esaslarıni kurduk. Sizler bu temeller üzerine ilim ve fen yuvası olan sıhhi mektepler, kütüphaneler, fabrikalar yapacaksınız"

Hacer Hanım, 21 Ekim 1936 akşamı Halkevi'nde, "Türk Kadınlığı" konulu bir konferans vermiştir. Ancak bu konuşmanın metni basında yer almamıştır.
Hacer Dicle üçüncü konuşmasını 29 Ekim 1936'da Cumhuriyet Bayramı dolayısıyla Halkevi'nde yapmış, Atatürk'ün ülkemize hizmetlerinden söz etmiş ve burada da gençlere hitap ederek; "Cumhuriyet'i sevinçle bağrınıza basınız, Cumhuriyet'i korumak, Cumhuriyet'i ilerletmek, Cumhuriyet'e şeref ve şan vermek her Türk'ün ve her Türk yavrusunun boynuna borçtur" demiştir"

Hacer Hanım, 25 Şubat 1941'de yine Kastamonu Halkevi binasında "Milli Birlik" konulu bir konferans vermiş, milli birliğin ülkemiz açısından ifade ettiği önemi vurgulamıştır. Burada "her zaman şuurla ve imanla çalışan Türk milletinin dayanacağı en mühim ve üstün kuvvet milli birliktir, Türk milletinin vatan bütünlüğüne karşı gösterdiği hassasiyet bugün bir iman haline gelmiştir" diyerek, vatan bütünlüğüne karşı daha o yıllarda hassasiyet göstermiştir?
İsmet İnönü, Cumhurbaşkanı seçildikten sonra ilk yurt gezisini 6-10 Aralık 1938 tarihleri arasında Kastamonu'ya yapmıştır. Inönü, 9 Aralık günü, CHP İl Kongresindeki konuşmasında iç ve dış olaylara değinmiştir. O günkü toplantıda Hacer Dicle de kısa bir konuşma yapmış ve "Büyük Şef, sen her zaman bu devletin temel direğisin, sen her zaman bu milletin gözbebeğisin, Türk milleti sana minnet ve şükran hislerini her zaman her vesile ile anlatmayı kendine büyük bir borç bilir" demiştir.

Hacer Dicle TBMM'nde eğitim konularına değinen konuşmalar yapmıştır.. İlk konuşması 25 Mayıs 1939 tarihinde Milli Eğitim Bakanlığı bütçesiyle ilgili olmuştur. Burada milli kültür konularından söz etmiş ve "Kültür davası davalarımızın en büyüğüdür. Bu davayı gütmek ve bu dava üzerinde esaslı bir şekilde durmak Türk milletinin idealidir. Bu ideali en kısa bir zamanda başarmak için fikir ve hareketi beraber yürütmek mecburiyetindeyiz." demiştir". Onun ikinci konuşması 12 Haziran 1939 tarihinde olmuş ve öğretmenlerin terfi meselesine temas etmiştir. Burada mesleğin kutsallığından söz ederek özellikle ilkokullarda birinci sınıfı okutan Öğretmenlerin önemini vurgulamış; ilk sene çocuğu okula bağlayacak, ona okulu sevdirecek, düzene alıştıracak, okuma-yazma zevkini verecek olanın ilk sınıflardaki öğretmenler olacağını söylemiştir" 13 Ocak 1943 yılında yaptığı konuşmada da yine öğretmenlerin özlük haklarına değinmiştir.

Hacer Dicle, 1920 yılında, tarih öğretmeni Nihat Dicle ile evlenmiştir. Bu evlilikten Belkıs ve Güner adında halen yaşayan iki kızı bulunmaktadır. Kendisi 18 Nisan 1966'da Ankara'da vefat etmiş ve burada toprağa verilmiştir.

Kastamonulu hanımlar, Cumhuriyet tarihi boyunca sosyal hayatta etkili hizmetler yapmışlar ve çeşitli kuruluşlarda görev almışlardır. Genel merkezleri Ankara ve İstanbul'da bulunan bazı derneklerin Kastamonu'daki şubeleri bugün çalışmalarını büyük bir feragatle sürdürmektedirler. Bunlar Yardımsevenler Derneği, Türk Anneler Derneği, Türk Kadının Tanıtma ve Güçlendirme Vakfı ve geçen yıl şubesi açılan Türk Üniversiteli Kadınlar Derneğidir.

Hatırlanacağı gibi, ilk Türk Kadın Mitinginin 75. yılı geçen yıl Kastamonu'da muhteşem bir şekilde kutlanmıştır. Yurdumuzun her tarafından koşup gelen 1500 dolayında seçkin hanım ile basın-yayın kuruluşları, sanatçılar ve bilim adamları Kastamonu'da toplanmış ve on binlerin iştiraki ile 1919’daki miting, aynı heyecanla tekrar edilmiştir. Ayrıca Atatürk Araştırma Merkezi bir sempozyum, TRT kurumu konser ve Beymen müessesesi de bir defile düzenlemiştir.

Görüldüğü kadarıyla, Kastamonulu hanımların geçen yılki organizeleri her türlü takdirin üzerindedir. Bununla beraber, soğuk kış ortamında çeşitli illerden Kastamonu'ya gelen hanımların, gönülden katkılarını da burada saygıyla ifade etmek istiyoruz. Aynı desteğin bu yıl da devam ettigini memnuniyetle görmekteyiz.

10 Aralık 1919'daki heyecan bu yıl da Ankara'ya taşınmıştır. Kastamonulu hanımlar, karlı Ilgazları aşmışlar ve Ankara'ya, yüce Atatürk'ün huzuruna gelmişlerdir.

Burada sözlerimi bağlarken bir öneride bulunmak istiyorum:
76 yıl önce başlayan bu olay, emperyalizme başkaldırma hareketidir. Bugün de dünyanın çeşitli yerlerinde emperyalist hareketler devam etmekte dir. Kastamonu'daki miting, bütün mazlum milletlerin kadınlarına örnek olmalıdır. Bu konu, tüm kadın kuruluşları ve özellikle de uluslararası ilişkilere sahip kadın dernekleri tarafından yurt dışına taşınmalı ve oralarda yapılacak faaliyetlerle evrensel bir boyut kazandırılmalıdır.

27 Mayıs 2019 Pazartesi

Mustafa Necati Bey'in Kırkçeşme Kahvesine Gidişi

Sakarya Savaşı'nda tüm hazırlıklar yapılmış olmasına rağmen, düşman da var gücünü ortaya koymuştur. Özellikle savaşın ilk başlarında vaziyet kötü seyretmiş ve top sesleri Ankara'dan duyulmaya başlanmıştır. Meclis'in Kayseri^ye nakledilmesi tasarlanmış ve bu amaçla Kayseri Lisesi, Meclis Binası olarak hazırlanmıştır. Üst düzey elemanlar hariç, Ankara'daki memurların birçoğu Kayseri'ye gönderilmiştir.

Savaşın kötü seyretmesi, Mustafa Kemal Paşa'yı da etkilemiş ve bir ara, ordunun Kızılırmak'ın gerisine çekilmesi dahi düşünülmüştür. Ancak geri çekilirken, bu bölgedeki insanların ne gibi bir tavır sergileyeceklerini de öğrenmek istemiştir. Bu sebeple İstiklal Mahkemesi Başkanı Mustafa Necati Bey'e bir şifre telgraf yollamış ve Kastamonu'dan geçtiği taktirde, geri çekilen bir kumandan olarak halkın herhangi bir tepkisinin olup olmayacağını sormuştur.

Bu telgrafın gereğini yerine getirmek Mustafa Necati Bey, yiğit gençlerin yoğun olduğu Kırkçeşme Mahallesi'ndeki kahvehaneye gitmiştir.

İstiklal Mahkemesi başkanı gibi beklenmedik bir misafiri kahvehanede gören halk şaşırmış ve çekinmiştir. Mustafa Necati Bey halktaki bu endişeyi derhal fark etmiş ve:

"- Yok arkadaşlar, korkmayın. Ben sizlerle oturup bir kahvenizi içmeye geldim" demiştir.

Hal, hatır sorulup heyecan yatıştıktan sonra o, kahvehanede bulunanlara:

"- Aranızda yabancı var mı?" diye sormuştur.

"-Yok, mahalleliden başka kimse buraya gelmez" demişlerdir.

Bunun üzerine Mustafa Necati Bey, Mustafa Kemal Paşa'dan aldığı telrafta bahsedilen durumu anlatmış ve orada bulunanların düşüncelerini sormuştur. Kırkçeşmeli gençler hep birlikte ayağa kalkmışlar ve şu şekilde yemin etmişlerdir:

"Şart olsun, Mustafa Kemal buradan gelir geçerse bir çember gibi onu istediği yere kadar muhafaza edip götürmeye namusumuz üzerine söz veriyoruz".

Mustafa Necati Bey'in bu ziyareti ve orada konuşulanlar, o günün basın kayıtlarına geçmemiştir. Biz 1990 yılında, Mustafa Necati Bey'le ilgili bir araştırma dolayısıyla, emekli Tarih öğretmeni Nihat Dicle ile konuşmuştuk. Onun verdiği bilgiye göre Mustafa Necati Bey, 1928 yılında Milli Eğitim Bakanı olarak Kastamonu'yu ziyaret etmiş ve dostlarıyla birlikte Hacı İbrahim Dağı'na pikniğe gitmiştir. Kırkçeşme Mahallesi'nin genlerinden oluşan ve onu tanıyan Sepetçioğlu milli oyun ekibi de oraya gelmiştir. Mustafa Necati Bey, emrindekilerin şaşkın bakışları altında bu gençlerle milli oyun oynamıştır. Orada, 1921 yılında Kırkçeşme kahvesini ziyaretinden,gençlerle konuşmasından ve Mustafa Kemal Paşa'dan aldığı şifrelerden söz etmiştir. O gün, bu konuşmalara rahmetli Nihat Dicle tanık olmuş ve bize de olayı yukarıdaki şekilde anlatmıştır.

8 Mayıs 2019 Çarşamba

Kastamonu Kelimesinin Menşei


Kastamonu Kelimesinin Menşei

Kastamonu’nun, yukarıda elden geldiği kadar izah edilen tarihî vaziyetini öğrendikten sonra, Kastamonu kelimesinin nereden geldiğini araş­tıralım. Bu hususta şimdiye kadar birkaç şekilde tahminlerde bulunulmuştur. Bunları sırasile yazıyorum:

1 — Hammer, Kastamonu’dan bahsederken "Kastamonu şehri, ovanın ortasında (?) dik bir kayanın üzerinde Komnenler tarafından yapılmış ve sonraları Türkmenlere istihkâm olmuş eski bir kule bulunur’’ diye yazmaktadır. 

Bazı yazıcılar buna dayanarak şu mütalâayı yürütmektedirler:
"Bizans imparatorluğunu uzun müddet işgal etmiş olan Komnen ailesine mensup bir hükümdar, Türkmenlerin istilâlarına karşı bu kaleyi yaptırmış ve kaleye, Komnen adına izafeten Kastra Komnenüs adı verilmiştir. Kastra kelimesi, Yunancada kale manasına gelmektedir. İşte Kastamonu
kalesine de Komnenüs Kalesi demek olan Kastra Komnenüs adı verilmiştir. Bu kelime, gün geçtikçe, konuşma ve söylemede yanlış olarak kullanılmış ve en sonunda bugünkü Kastamonu kelimesi haline gelmiştir.

2 — Nasrullah camimin ikinci banisi bulunan Kastamonulu Reisulküttap Hacı Mustafa Efendi torunu ve Mustafa Aşir Efendi oğlu Hafit Efendi "Eddüreri müntehabatı mensüre fi islâhı galatatı meşhure’’ adile yazdığı basma eserinde, Kastamonu kelimesinin ne suretle meydana
geldiğini şöyle anlatmaktadır: 

"Kastamonu Anadolu’nun sol kolunda, Sinop’a karip bir beldei meşhurenin ismi Kastambol dahi müstameldir. Süryani de iki cüzüden mü­rekkep Kosta-Bol dan galat olup sanisi, aslına dahi akreptir.

Cüzü evveli Kosta, esmai ricalden ve Bol, kasaba manasına olmakla “banisine nisbet’’ kaidesine mebni “manayı türkisi Kosta nam tekûrun binası belde’’ demek olur.”
Hafit efendinin bu mütalaasına göre, Kastamonu kelimesi, Kosta ve Bol kelimelerinden meydana gelmiştir. Kosta adlı bir adamın şehri demektir.

3 — Hafit Efendi, eserinde, bu hususta bir de istitrat yapmaktadır:
“İstitrat: Ceddi emcedim reisülküttap Hacı Mustafa Efendi, bin yüz senesinde beldeim mezburede kadem nihadei mehdi vücut olmaları mülâbesesile ekser ahali hem sohbetimiz olmakla iddiaları, ‘’Kastim Moniden’’ galat olmasıdır. Güya hini fethinde talebei ulumdan bir şahıs, derunu beldeye duhul ve hüsünde bibebel bir duhtere rasgelip “ne ararsın Türk!’’ deyü sualinde, şahsı merkum “kastım moni!’’ demiş, kastı maruf, moni, lisanı Rumîde ferce ıtlak olunur.’’

4 — Ahmet Mithat Efendi, mufassal kurunu cedide haşiyesinde şunları yazmaktadır:
“Kastamonu kelimesinin nereden geldiğini tahkik edemedikse de, zannımıza kalırsa, yazı şeklinden ziyade, halkın Kastanbolu diye telâffuzları daha doğru olmalıdır. Bizim bolu deyip yazdığımız kelime, şehir manasına olan bolis veyahut polis kelimesi demek olup bu halde Kastan yerine de Kostan kelimesi götürülürse, Kostanpoli olmasile bu şehri Roma ricali arasında çok olan Kostan'lardan birisine nispet etmiş oluruz. Ancak bizim bu zannımız bir tarihi hakikat olmayıp bir tahminden ibarettir.’’

5 — Şimdiye kadar yazılmamış ve halk arasında çok söylenmekte olan bir rivayet daha vardır, bu rivayete göre, Kastamonu kalesi, Türklerin İstilâlarına maruz kaldığı zaman, büyük bir sur ike çevrili imiş ve yalnız bir kapısı varmış.

Kale kapısı da şimdiki Müfessir Alâaddin mezarlığının cenup cihetine gelen ve şimdi Kale kapısı dediğimiz yerde imiş. Kale kapısı kapatıldığı ve bir tehlike karşısında kalındığı zaman yer altındaki bir yol ile dışarı çıkmak mümkün imiş.

Bir gün muasır genç bir Türk kumandanı, Kastamonu kalesini muhasara etmiş. Surların sağlamlığından buraları tahrip edememiş. Mübaşir kumandan burada uzun zaman beklemiş. Kendisi aynı zaman çok güzel ve yakışıklı imiş. Kalede mahsur kalan hükümranın da bir kızı varmış. Kız, Türk kumandanım sevmiş ve onu uzun zaman bekletmeğe tahammül edememiş. En sonunda, kalenin altın anahtarını, kimseden habersiz, Türk kumandanına atmış. Türk kumandanı bu sayede kaleye girmeğe ve orasını zaptetmeğe muvaffak olmuş.

Hükümdar, kızının bu hıyanetini haber almış. Kızın adı da Moni imiş. Onu, kalenin garp cihetindeki yüksek ve sivri burçlardan aşağı atmış. Kız ölmüş ve tam kırk parça olmuş. Türk kumandam kendine
büyük bir iyilik yapan bu güzel kızın uğradığı feci akibete çok üzülmüş ve babasını Kastın ne idi Moniye’’ diye derhal öldürmüş.

İşte Türk kumandanının ağzından çıkan “kastın ne idi Moniye„ sözü şehrin adı olarak kalmış ve sonraları Kastomoniye, Kastamonu şekillerinde yazılmağa ve söylenmeğe başlanılmış... Ve muhasır Türk kumandanı, Moninin iyiliğine mukabelede bulunmak istemiş ve düşüp öldüğü yere bir türbe yaptırmış ve orayı bir ziyaretgâh haline sokmuştur. Hakikaten, burcun bir tarafında duran bu türbe, yakın zamana kadar ziyaret edilmekte idi.

6 — Yukarıda yazılmış olan beş türlü tahminin hepsi de, Kastamonu kelimesinin Türkçe asıldan gelmediğini ve Türk olmayan devirlerden kalmış olduğunu ortaya çıkarmakta ve Kastamonu’yu da Türk olmayan aşıtlara irca eylemektedir. Halbuki iş tamamile aksidir. Kastamonu mıntakası, tarihin kayıt ve zaptedemediği devirlerdenberi Türklerin yaşamasına, oturmasına mesken olmuştur. Şehri ilk kuranlar da Türklerdir.

Ben, burada, Kastamonu kelimesi üzerinde, şimdiye kadar hiç yazılmamış ve ileri sürülmemiş bir fikri ileri sürmek ve yukarıdaki iddiamı bu suretle tevsik etmek istiyorum.
Malûm olduğu üzere, Kastamonu’nun ilk oturanları, Gasgas adını taşı­yan Türklerdir. Son senelerdeki tarihî araştırmalar sırasında memleketimize gelerek bu işleri idare eden garpli müelliflerin neşretmiş oldukları haritalarda, bugünkü Kastamonu mıntakası yerinde bir Tumanna kelimesine tesadüf olunmaktadır.

Yer altından çıkarılmış olan kitabelerde Tumanna, bazen bir şehrin adı olarak görülüyor, bazen bir mıntakaya verilmiş bir İsim olarak göze çarpıyor.
Her halde Tumannanın, bir şehir veya mmtaka adı olduğu muhakkaktır. Bu şehir veya mıntaka da tam bugünkü Kastamonu şehri ve mıntakasıdır. Şu hale göre Kastamonu kelimesinin, doğrudan doğruya,
Gasgas ve Tumanna kelimeleri yakın bîr alâkası vardır. Gas, bu havalide ilk oturan Türk havisinin Tumanna da mıntaka veya Kastamonu şehrinin bulunduğu mevkiin adıdır. Buna göre Gasların Tumannası mana­sına gelmesi çok muhtemel olan, Gas-Tumanna, zaman geçmesile Kastamonu şekline girmiş oluyor.

Bununla, Kastamonu kelimesinin Türk olmayan bir asıldan gelmiş olmadiğini, bunun milâttan en az bin beşyüz sene evveline kadar bu havalide hüküm sûren bir Türk kabilesinin ve onların bir mevki veya mıntakasının adından ileri gelmiş mürekkep bir kelime olduğunu katiyetle kabul etmemiz lazım gelmektedir.

Esasen şu nokta da, Kastamonu'nun ilk oturanlarının Gasgaslar olduğunu ve bu havaliye verilmiş olan bazı adların da ta o zamandan kalmış olduğunu bize pek açık göstermektedir:
Şimdiye kadar, bütün garp eserlerinde Ilgaz kelimesi, Latince olarak Olgasys diye anılıyor ve herkes bunu Latince bir kelime olarak kabul ediyordu.

Malûm olduğu üzere, Latincedeki il, ıl,, ol ekleri, Türkçe memleket manasına gelen il, ıl, el kelimelerinden alınmıştır. Şu hale göre, Latince Olgasys diye anılan llgaz, asırlardan beri Türkçe aslını muhafaza etmiş bulunmaktadır. Yani Gaseli (Kocaeli, İçeli, Hamideli gibi), Gas memleketi,
Gas mıntıkası
demek olmaktadır. Zaten Latincede de il kelimesi karşılığı olan ol hecesini Gas kelimesine eklemek suretile Olgasys denilmiş ve bu suretle Ilgaz kelimesine tamamile benzer bir kelime kurulmuştur.

Binaenaleyh şimdiki llgas adı, ta Gasgas devrinden kalmıştır.

Kastamonu kelimesi de muhakkak olarak Gas-Tumanna iki kelimesinin birleşmesinden meydana gelmiş, fakat zaman geçmesi ile bu şekle girmiştir.

27 Nisan 2019 Cumartesi

Kızıl Ahmed Bey


                         Kızıl Ahmet Bey
                                       1460- 1462
Fatihin Kastamonu’yu zaptından sonra Candaroğulları sülalesinin Kastamonu emaretleri sona ermemiştir.

Fatih Kastamonu’yu işgal edip Trabzon’u da almağa gittiği zaman yanına, İsmail beyin kardeşi Kızıl Ahmet beyi de aldı. Dönüşte kendisini Kastamonu Emiri tayin etti.

Kızıl Ahmet Bey Kastamonu da iki sene kadar emirlik yaptı.

Fakat biraz sonra, Sinop, Osmanlılar tarafından işgal edilince kendisi emirlikten azledildi ve Kastamonu da tamamile Osmanlılar eline geçti (867 H — 1462 M). Kızıl Ahmet beyin üzerine de Mora sancağı
verildi. Bu suretle Kastamonu, Candaroğulları’nın elinden alındı ve bir Osmanlı ülkesi oldu.

Kızıl Ahmet Bey Mora’ya gitmedi, Bolu’ya geçti; oradan da Karaman oğlunun yanma gitti. Sonra da Acemistana giderek Uzun Hasan’a sığındı.

Oralarda çok kalmadı. Fatih Mehmed’in ölümü üzerine, Bayezid II’nin yanına geldi, ölümüne kadar Osmanlı topraklarında yaşadı.

Kızıl Ahmet beyin ölümü tarihi belli değildir. Oğlu, Musa Paşa ve Mirza Mehmet Paşa ve onun oğulları Şemsi Ahmet ve Mustafa paşalar Osmanlı vezirleri arasında bulunmuşlardır.

23 Nisan 2019 Salı

Kemaleddin İsmail Bey



                                 Kemaleddin İsmail Bey
                                        1443 — 1460

İbrahim beyin ölümü üzerine, yerine oğlu Kemaleddin İsmail Bey Kastamonu emin oldu. İsmail beyin, bu sırada, kardeşi Kızıl Ahmet Bey ile, veraset işinden dolayı aralan açıldı. Fakat Osmanlı Padişahı tarafından Kızıl Ahmet beye Bolu sancağı tımar olarak verildiği için bu ara açıklığı uzun sürmedi ve iş halledildi.

İsmail bey, kendisini korkutan bu işten sonra gerek babası İbrahim Bey ve gerekse dedesi İsfendiyar beyin son zamanlan gibi, vaktini sulh ve sükûn içinde geçirmeğe başladı.

Fatih Mehmed’in Kastamonu’yu zapta teşebbüsü:
Aradan hayli zaman geçtikten sonra, İsmail Bey bir gün, Fatih Mehmed’ten bir mektup aldı. Fatih Mehmet mektubunda, “gemilerimizi Trabzon’a gönderiyoruz. Giderken Sinop’a da uğrayacaklardır. Şayet içeride gemilerin kalafatı ve saire yapılması icap ederse gerek Akliman’da ve gerekse Büyük Liman’da yapılmasına izin ver. Gemilerin her ne işleri olursa Padişah hatırı için gör. Dostluk ve sevgi izhar et. Kaptana harç akçası ver. Şayet paran yetmezse, Padişah için ayrılan bakır Küresinden, Padişah için ayrılan akçadan harca. Ve hem de adamlarım bir edepsizlik ederlerse haklarından gel. Her ne suretle olursa olsun işi idare et. Benim gönlüm sana hoştur. Ayrıca, ya kendin veyahut bir adamını Osmanlı ordusuna yardım için, yetecek kadar bir kuvvetle hazır bulundur.’’ Diyordu.

İsmail bey bu mektubu alır almaz hemen Sinop’a gitti. Oradaki memurlarına, “geçen sene Cenevizliler elinde bulunan Amasra kalesinin Fatih Mehmet tarafından alınmasından sonra sıranın Sinop’a geldiğini hatırlattı ve Padişahın askerlerine, mektup mucibince ne yapılması lâzım geliyorsa hepsinin yapılmasını tembih etti ve tekrar Kastamonu’ya döndü.

Fatih bu sıralarda Arnavutluk işini ortadan kaldırınca, bir Anadolu seferi düşünmüştü. Bahara kadar kara ve deniz hazırlıkları ile meşgul olmuştu.

Mahmut paşa kumandasındaki askerin Kastamonu’ya hareketi:
Bu mektubun arkasından
Mahmud Paşa Edirne’ye gitti. Rumeli'deki kara ve deniz askerlerini topladı, tekrar Bursa’ya döndü. Ayrıca, Anadolu’dan da epeyce asker de Bursa’da toplanmıştı. Askerî hazırlıklar bitirilince, yüz elli kadar gemi ve pek çok asker, Mahmut Paşa kumandasında olarak Karadeniz’e gönderildi. Padişah da kara askerlerini kumandasında toplayarak Bolu, Ankara yolile Kastamonu’ya hareket etti.


İsmail Bey gerek denizden ve gerekse karadan yapılan bu hareketi haber alınca ‘’bu işte başka bir maksat olacak’’ diye düşündü ve Kastamonu’nun elinden alınacağını tahmin etti. Bu sırada Fatih, İsmail beye ikinci bir mektup göndererek "oğlun Hasan beyi, işe yarar adamlarla Ankara’ya gönder, Ankara’da benimle buluşsun’’ diye bir emir verdi.

İsmail bey, padişahın istediği şeylerin hepsini yapmıştı. Sinop’taki memurları, gemilere her türlü tahminin üstünde ikramda bulunmuşlardı. Bu defaki emri de yerine getirdi ve oğlu Hasan beyi de yanına bir miktar asker vererek Ankara’ya yolladı.

Hasan bey Ankara’ya varınca, Fatihin adamları kendilerini yakaladılar ve kapıcılar çadırına götürdüler. Bu sırada İsmail beyin kardeşi Kızıl Ahmet Bey de Fatihin yanında bulunuyordu. O zamanlar Bolu, Kızıl Ahmet beyin tımarı altında idi. Mahmut paşa da Kızıl Ahmet beyin aklını çelmiş, onu da kardeşi aleyhine tahrik etmişti. Mahmut paşa Kızıl Ahmet beye "Padişah, İsmail Bey’in vilâyetini sana sadaka olarak verir’’ diyordu. Hatta bu sözünü bir beratla da tevsik ederek Kızıl Ahmet beye vermişti.

Fatihin Kastamonu’yu zaptı ve İsmail beyin Sinop’a gidişi:
İşte bu sırada Hasan tutulmuştu. Padişah, Hasan’ın sancağını Kızıl Ahmet beye verdi ve onu Kastamonu’ya gönderdi. Kızıl Ahmet Bey çabukça Kastamonu’ya geldi. Vilâyet halkı kendisini bildiği ve padişahlarının oğlu olduğu için ona itaat ettiler. İsmail Bey, halkın kardeşine itaat ettiğini görünce, Kastamonu’da neyi var, neyi yoksa hepsini toplayarak Sinop’a gitti ve Sinop kalesine sığındı.


Bu sırada Fatih Kastamonu’ya yetişti ve burasını resmen zaptetti. (865 H — 1459 M). Ve İsmail beyin Sinop’a gittiğini haber alınca durmadan Sinop’a hareket etti.

Bu esnada Mahmut Paşa da Kızıl Ahmet beyle birlik Sinop’a gittiler. Padişah da kendilerini yavaş yavaş takip etti. Mahmut paşa ve yanındakiler, Sinop kalesinin yanına kadar vardılar.

Sinop’un da İsmail beyin elinden alınması:
Fatih, Sinop’un kan dökülmeden zaptedilmesini arzu ediyordu. Mahmut paşa, Fatihin bu düşüncesini bildiğinden İsmail beye son bir mektup yazarak ‘’Padişahın bana olan fermanına göre, buraları ele geçirmeden çekilip savuşmak ihtimalimiz yoktur. Ancak din kardeşliği dolayısile size bu hususta doğru yolu göstermeyi uygun gördük. Irz, mal, çoluk ve çocuğunuz perişan olmadan bu işi iyi bir şekilde hallederseniz hakkınızda çok hayırlı bir şey olur.’’ tavsiyesinde bulundu.


İsmail Bey bu mektubu alınca, kaleyi teslimden başka kurtuluş çaresi olmadığını anladı ve Mahmut paşanın sözünü tuttu. Bunun üzerine kale duvarı üzerinden hayatının muhafazası hususunu, Mahmut Paşa ile görüştü. Mahmut paşadan söz ve yemin aldı. Bundan sonra, hisar kapısından çıkarak Mahmut beyin yanına geleceğini bildirdi.

Fatih Mehmed’le İsmail beyin görüşmesi:
Fatih Hisarın alındığını, İsmail beyin de Mahmut paşaya sığındığını duyunca, İsmail beyin şanına layık olan tazimat’’
mülûkâne ile yanına çı­karılmasını emreyledi. Orada bulunan vezirler, İsmail beyin önünde eğildiler. İsmail bey padişahın yanına çağırıldı. Kendisi otağa girdiği zaman, Fatih de ayağa kalktı ve birkaç adım ilerleyerek İsmail beyi karşıladı. İsmail bey, Fatih'in elini öpmek istedi. Fatih, kendisine “sen benim ulu kardeşimsin’’ diye elini vermedi. Biraz ayakta konuştuktan sonra, elinden tutarak oturduğu serire birlikte oturdular. Fatih İsmail beye hürmette kusur etmedi. Ve kendisine Bursa Yenişehir'i ile İnegöl ve Yarhisar’ı tımar olarak verdi.


Bunun üzerine İsmail Bey Kastamonu’ya geldi. Fatih de Kastamonu ve Sinop’a kendi adamlarını yerleştirdi. Kastamonu askeri de kızıl Ahmet beyin kumandası altında toplandı. Fatih, İsmail beyin oğlu Hasan beye de Bolu sancağını verdi. Bunun üzerine Hasan Bey, Fatihle beraber Trabzon seferine hareket etti.

İsmail beyin Kastamonu'dan ayrılması:
İsmail Bey, Kastamonu'ya gelince, doğruca Devrekâni’ye gitti. Çoluk çocuğunu, eşya ve sairesini topladı. Veziri
Şahabeddin ağa da yanında idi. Yenişehir’e hareket etti. Artık orada oturmağa başladı.
Bu sırada. Karaman oğlu, Fatih ile birlik Kastamonu’ya gelmek üzere Ankara’ya kadar gelmiş, Fatih de kendisine ikramda bulunmuş ve babasının yanına göndermişti. Padişah Sinop’tan Trabzon’a hareket edince Karaman Oğlu tekrar Fatihe karşı ayaklanmış ve Yenişehir’de oturmağa başlayan İsmail beye de haber göndererek "Osman oğlunun fırsatını bulduk. Yenişehir’de oturma. Bu taraftan ben sana yardım ederim, bir taraftan da Uzun Hasan’a haber gönderelim. O zaman sen de vilâyetine
git.’’ teklifinde bulundu. İsmail bey bu teklifi reddetti ve "Kastamonu’nun Kızıl Ahmet bey elinde olduğunu, kardeşine karşı hareket etmeyeceğini bildirdi.

İsmail bey nasıl bir zattı?
İsmail Bey Kastamonu’dan ayrılınca, bir kısım zamanını Yenişehir’de geçirdi ve sonra, Fatih tarafından Filibe’ye gönderildi; ölümüne kadar Filibe’de kaldı.


Kendisi Filibe’de, yaptırmış olduğu Bey Mescidi "ibni Kasım’’ adile anılan mescidin yanındaki türbesine gömüldü. (İsmail Bey’in Filibe’deki türbe ve mescidi, umumî harbin başında Bulgarlar tarafından yıkılmış ve Bulgarların Olavna Ulitsa(?) dedikleri bir büyük cadde geçirilmiştir.)

İsmail bey, Candaroğulları ailesi içinde olduğu kadar, Osmanlılar da dahil olduğu halde, birçok Türk ve İslâm hükümdarları içinde en dikkate eğer bir Türk ve Müslüman hükümdarıdır.

Çok alim, fazıl, halim, selim ve sakin bir zat olan İsmail beyin hürmet ve sevgisini, aradan beş yüz senelik bir zaman geçmiş olmasına rağmen, muhitin bütün halk ve münevverleri hâlâ taşımaktadır.
İsmail bey zamanında, en küçük bir gürültüden dahi çekinmiş ve sükûn içinde geçen hayatını, Kastamonu’nun imarına, ilim ve fennin yükselmesi ve ilerlemesi yolundaki hizmetlere hasr ve tahsis eylemiştir, işte bu yüzdendir ki, İsmail beyin devrinde Kastamonu, devrinin en ileri bir
ilim şehri olmuş ve hatta bu şöhret, hükümdarın ölümünden sonra bile yıllarca sürüp gitmiştir.


İsmail bey, Kastamonu’da ilim hareketlerine rehber oluşu ile, eserlerile bütün İslâm âleminde de kendisine bir şöhret ayırtmağa muvaffak olmuştur.

Seyit Şerif talebesinden Seyit Ali Acemi, riyaziyat mütehassısı Şirranlı(?) Fethullah, Kıraat ilminde ihtisası olan ve tecvitten meşhur Risalei Münci’yi yazan Kastamonulu Ömer, Miyarüleşar müellifi Halit oğlu Yunus, İsmail bey tarafından ilim ve faziletine hürmeten kendisine medrese ve kütüphane yaptırılan Niksarlı Muhiddin, kazainüssürur miftahunnur adlı tıp eserinin müellifi Sinoplu Halit oğlu Mümin, tabibi hazik Tebrizli Mevlana Kemal ve saire gibi fikir adamları; Sinoplu Mehmet, Kastamonulu Türabi, Hamdi, Senayi ve Haki gibi şairler ve edipler, Hayreddin Halil ve saire gibi müderris ve ulema hep İsmail Bey tarafından himaye edilmişlerdir.

İsmail bey, fıkıhtan Hulviyat adındaki yetmiş baplık ve 648 sahifelik büyük eseri yazarken etrafındaki ilim adamlarına da Türkçe eserler telif ve terceme ettirmekten geri kalmamış ve kabiliyetli adamları teşvik ve himaye etmekten geri durmamıştır. (İsmail Bey’in Hülviyatı, birçok fıkıh meselelerini çok vazıh bir şekilde, açık olarak teşrih etmektedir. Bu çok kıymetli eserin, basılmamış olmakla beraber, birçok nüshaları hala vardır. Eserin bir nüshası da Ankara’daki Maarii Vekaleti kütüphanesindedir.) Ayrıca bu muhtelif ilim ve fen şubelerine ait eserlerin telif ve tercemesi sırasında, bilhassa onların Türkçe olmasına da fazla ehemmiyet verdirmiştir.

Şair Hâmidinin İsmail Bey ve Kastamonu hakkındaki mersiyesi:
Şair Hamidi, İsmail beyin emri olduğu zamanda Kastamonu’ya gelmiş ve burada bir kaç gün kalmıştır. Bu şairin ele geçen divanının içinde pek çok methiyeler vardır. Bu divanın bir hususiyeti varsa, o da zamanının bildiğimiz divan sahiplerinden eski olması ve pek çok kasidelerinin Fatih Mehmet’e ait bulunmasıdır. İşte bu divanın içinde şair, Kastamonu’ya ve hükümdar İsmail beye de hayli mühim bir yer ayırmıştır. Hatta şair, İsmail beyi bir defa da Filibe’de görmüştür.
Hamidi, Kastamonu’ya geldiği zaman burada müthiş bir kış hüküm sürüyormuş. Şair, bu kışı pek müthiş bir surette tasvir etmektedir. Şehrin sularını ve havasını da pek beğenmekte ve sularını Fırat’a, havasını da Bağdad’ın havasına benzetmektedir.

Hâmidî, kasidesinde kaleden de bahsetmekte ve onun semavi bir istihkâm halinde olduğunu yazmaktadır. İsmail bey hakkında yazdıkları daha mühim ve dikkate değer bir vaziyettedir.
Hayli uzun olan bu kasidenin bir hülâsasını buraya yazmak her halde faydasız olmayacaktır. Kasidenin hülâsası şöyledir:

“Güneş bulutlara saklandı, yer, karın içine gömüldü. Şimdi artık ne yerin karalığı, ne de güneşin ziyası görülüyor. Sular, kışın dehşetinden, tıpkı bir cıva gibi dondu. Göğün ateş nefesli güneşi, kışın soğukluğu yanında, ejderha bile olsa ses çıkaramıyor... Soğuk nefesimden, kirpiklerim buz bağladı.
Zamanın Dârâsı, İsmail han, çok büyük bir hükümdardır. O, öyle büyük bir hükümdardır ki, Allah’ın nurları onun kalbinde görünür. Zühtü takva sahibi olan bu hükümdarlar hükümdarının yanında güneşin büyüklüğü, Süha yıldızından daha küçüktür. Hükümet tahtının babında dürüst oturmayan hükümdarların ruhu, onun temiz nefesinden himmet istiyorlar... Herkes, onun kılıcından korkar, kaleminden lutfumar.

Ey büyük, güneş gibi parlak hükümdar! Senin altın bağışlayan din güneşten daha ziyade verimlidir. Senin kerem elinle, güneşi mukayese etmek, birbirine ne kadar zıt bir şey olur... Senin keskin kılıcın, düşmana kaçmak için yol göstericidir.

Sen, deniz gibisin, evlâtların da denizdeki inciler gibidir.
Sen, güneş gibisin, evlatların da gökteki ay gibidir.
Memleketin hâkimisin, Müslümanlığın istinatgâhısın…
Kastamonu, senin adaletinle, Çin ve Hata memleketlerinden daha iyidir. Senin zamanında mamur olmasını dilediğim Kastamonu’nun suyu ve havası çok hoştur. Kastamonu’nun tatlı suyu Fırat gibidir. Havası da tıpkı Bağdadın havasıdır.

Şehrin kalesi, müstahkem bir gök burcu gibidir. O, yükselmiş, bir demir parçası gibi dağ olmuştur. Bu kale, bu kuvvetli hisar bana öyle güzel görünüyor ki, ben onu, kendi eteğini kendi beline bağlamış bir
mermere benzetiyorum. Kaleni, sanki göğe yetişmiş görüyorum. Bence, onun bekçisi zuhal, kapısındaki arap da azradır.


Düşmanların muharebe gününde, onun yalnız burcunu görecekler, ona gözlerinden gayrı ok ve başka silâhları erişemeyecektir.

Senin itaat hisarından cahillikle dışarı çıkanların başına, gökten taş yağsa, yeri vardır...''  


Mehmet Önder Atatürk'ün Yurt Gezileri - Kastamonu Bölümü

Atatürk, kurduğu Cumhuriyetin çağdaş medeniyette yerini alabilmesi için, devrimlerle bütünleşmesi gereğine yürekten inanıyordu. Cumhuriyet, ...