Atatürk, kurduğu Cumhuriyetin çağdaş medeniyette yerini alabilmesi için, devrimlerle bütünleşmesi gereğine yürekten inanıyordu. Cumhuriyet, millet egemenliğine dayanan bir idare, bir devlet biçimiydi. Bu biçimi, çağa uygun ileri bir düşünce sistemiyle birlikte modern bir kalıba yerleştirmek, genç Türkiye Cumhuriyetini bu kalıp içinde yuğurmak, olgunlaştırmak ve yüceltmek, çağın çok gerisinde kalmış bitik bir milleti yeniden diriltmek, ayağa kaldırmak istiyordu. Bu yolda, en büyük yardımcısı yine milletti. Her devrimden önce, yurt gezilerinde onunla görüşüyor, konuşuyor, fikrini alıyor, sonra uygulamasına geçiyordu. Sıra, Şapka Devrimi’ne gelmişti.
O günedeğin, Anadolu’da birçok şehirleri, kasabaları ziyaret etmişti. Gittiği yerlerde halk onu, başında, kuzu derisinden yapılmış bir kalpakla görmüş, öyle tanımıştı. Bu kez, hiç gitmediği bir yere, başında şapkasıyla görünmek istiyordu. Bu yerin Anadolu’da çok daha kapalı kalmış, bir bölge bir şehir olması uygun olurdu. Böylelikle halkın tepkisi, takınacağı tavır, daha açık olarak meydana çıkabilirdi.
Derken, 1925 yılı Ağustos ayı başlarında, Ankara’ya 9 kişilik bir Kastamonu heyeti geldi. Başlarında Kastamonu Milletvekîlî Mehmet Fuad’ın bulunduğu bu heyet, Atatürk'ü Kastamonu’ya dâvet ediyordu. Atatürk, bu dâveti hemen kabul etti. Kastamonu’ya o güne kadar hiç gitmemişti. Başında şapkasıyla gidecek, bölgede birkaç gün kalacak, halkla konuşacaktı.
Bir Devrimin Öncesi
23 Ağustos 1925 Pazar sabahı, yanına Kütahya Milletvekili Nuri (Conker)i, Rize Milletvekili Fuat (Bulca)yı aldı. Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Tevfik (Bıyıklıoğlu), Başyaver Rusuhi, Muhafız Birliği Komutanı İsmail Hakkı (Tekçe) de bu geziye katılmışlardı. Otomobillerle, Kalecik üzerinden öğleye doğru Çankırı'ya vardılar. Atatürk, gri renk bir elbise giymiş, başına geniş kenarlı bir panama şapkası geçirmişti. Geziye katılanlar da şapkalıydı. Yolda Çankırı Valisi Cemil, Belediye Başkanı Operator Rıfkı Bey karşılamışlardı. Atatürk’ü şapkalı gören karşılayıcılar, başlarından kalpaklarını çıkararak ya koltuklarının altına alıyor, ya da bir şapka uydurup başlarına geçiriyorlardı. Törenle, Çankırı’ya girdiler, Öğle yemeğini Çankırı’da alan Atatürk, saat 13.30’da Kastamonu'ya hareket etmişti.
Dağlık ve ormanlık yol pek elverişli değildi. Önce Ilgaz’a uğradılar. Geçilen her yerde, köyler, kasabalar karşı çıkıyordu, Beşdeğirmenler’e geldikleri zaman Kastamonu'dan gelen binden fazla ath ve yaya karşı çıkmıştı. Atatürk, arabasından inerek, Kastamonu Valisi Fatin Bey başkanlığındaki heyete ve karşılayıcılara teşekkür etti. Akşama doğru Kastamonu’ya girdiler. Halk, Atatürk’ü başı açık, elinde panama şapkası görünce, başlarındaki kalpak, tekke ne varsa çıkarıyor, öyle selâmlıyorlardı. Doğruca Hükümet Konağı’nın gelen Atatürk, burada kısa bir süre dinlendikten sonra, geceyi geçireceği Terzi Mehmet Emin’in evine geldi. Türk ocağı gece büyük bir fener alayı düzenlemişti. Atatürk’ün kaldığı konağın önünde milli oyunlar oynanıyordu. Atatürk, Kastamonulu davulcu ve zurnacıların bulunduğu alana geldi. Halk, başı açık alkış tutuyordu. Atatürk, Kastamonu’nun tanınmış Sepetçioğlu Oyunu'nu çok beğenmişti. Oyuncuların ellerini sıkarak kutladı.
Bir Türk Dünya’ya Bedeldir
24 Ağustos 1925 sabahı Atatürk, mareşal üniformasını giymiş, göğsüne İstiklâl Madalyası’nı takmıştı. Önce, Askeri Kışla'ya giderek buradaki birliği denetledi. Bu sırada koğuşlardan birinde: (Bir Türk on düşmana bedeldir) yazılı bir levha görmüştü. Subaylardan birine, yazıyı göstererek :
-- Öyle mi? Diye sordu.
-- Evet Paşam..
Atatürk :
--Hayır, bence öyle değildir. Bir Türk Dünya’ya bedeldir diye karşılık verdi.
Atatürk bu ziyaretleri yaparken, memurlar ve halk, terzilere üşüşmüştü. Herkes şapkaya benzer bir şeyler yaptırıyor, başlarına giyiyorlardı. Atatürk Belediyeye geldiği zaman, Başta Belediye Başkanı Hacı Necip olmak üzere, karşılayıcılarının çoğunun başında şapka görmüştü.
Belediye’de çevre ilçe ve bucak heyetlerini kabul eden Atatürk, İnebolu Heyetinin dâvetini kabul ederek :
--İnebolu’ya görmek istiyordum, memnun olurum, demişti.
Bu arada çiftçiler birliği üyeleri ile de görüşmüş, tarım makinaları olup olmadığını sormuş, yok demeleri üzerine:
- -Ben de çiftçi olduğum için biliyorum, makinesîz ziraat olmaz. El emeği güçtür. Birleşinîz. Birliklerle makine alırsınız. Yılda yüz dönüm ekeceğinize, on mislî, yüz misli fazla ekersîniz. Memleketimiz çiftçi memleketidir.
diye onlarla uzun uzun konuşmuştu. Bir esnafa da:
--Fesini göster! dedikten sonra:
--İşte içinde takke, üzerinde abani sarık, fes. Bunların hepsinin parası ayrı ayrı ecnebilere gidiyor. Bunu söylemekten maksadım şudur. Biz her yönden insan olmalıyız. Acılar gördük. Bunun sebebi dünyanın durumunu anlayamadığımız içindir. Fikrimiz, zihniyetimiz medeni olacaktır. Şunun bunun sözüne önem vermeyeceğiz. Medeni olacağız, diyerek geri kalmışlığın açık saçık nedenleri üzerinde durmuş: (Medeniyet öyle bir ateştir ki, ona kayıtsız olanları yakar ve mahveder) demiştir.
Atatürk, Hükümet Konağında, memurlarla da bir görüşme yapmış, Burada Kastamonu Müftüsünün sarığını çıkararak başı açık toplantıya gelmesinden memnun olmuştu. Ertesi gün 25 Ağustos 1925 te öğleden sonra İnebolu’ya hareket etti.
«Buna Şapka Derler, İşte Bizim Şapkamız»
Yol üzerinde Ecevit ve Küre kasabalarında kısa birer mola verdiler. Küreliler bucaklarının ilçe olmasını istiyorlardı. Atatürk bu isteklerini kabul etti. Küre bir yıl sonra ilçe olmuştu.
İnebolu coşkundu. Bunca kalabalık ne zaman toplanmış, şehrin girişine taklar ne zaman kurulmuştu, akıl sır ermiyordu. Atatürk, sivil elbisesi ve elindeki panama şapkasıyla İnebolu‘ya giriyordu. Başı açık, ya da şapkaya benzer başlıklı binlerce halk...
Akşam yaklaşıyordu. Yorucu, hareketli bir gün geçmişti. Doğruca, İnebolu Belediye Başkanı Hüseyin Karagülle’nin evine yürüdüler. Atatürk, geceyi bu evde geçirdi.
26 Ağustos 1925 Çarşamba günü öğleye kadar dinlenen Atatürk, öğleden sonra mareşal üniformasıyla Belediye’ye kadar yürüdü. Belediye’de heyetler ve çeşitli kuruluşların temsilcileriyle görüşmeler yaptıktan sonra, Hükümet’te memurlarla tanıştırıldı. Bu sırada, denizciler akşam yapacakları şenliğin provasını yapıyorlar, (Heyamola) türküsünü söylüyorlardı. Bu türkü, Atatürk’ün çok hoşuna gitmişti. Pencere önünde bir süre dinledi. Sonra, kaldığı eve giderek, sivil elbiselerini giydi. Elinde panama şapkasıyla, yaya, şehirde bir gezinti yaptı. Halk artık şapkayı yadırgamıyor, hatta bir an önce bir şapkaya sahip olabilmenin çarelerini arıyordu. Gece, denizcilerin ve kayıkçıların gösterileri çok parlak olmuştu.
Atatürk, kalabalığın içine girerek bir konuşma yapmış: (Ben şimdiye kadar millet ve memleket hayrına ne gibi hamleler, inkılâplar yapmış isem hep böyle halkımızla temas ederek, onların ilgi ve sevgilerinden, gösterdikleri samimiyetten kuvvet ve ilham alarak yaptım. Hedefimiz, gayemiz hep millet ve memleketimizin selâmeti, mutluluğu ve ilerlemesidir..) demiştir.
27 Ağustos 1925 te de İnebolu Türk Ocağında yaptığı uzun konuşmada, salonu dolduran topluluğa elindeki şapkayı göstererek :
--Bunu açık söylemek isterim. Bu serpuşun ismine şapka denir. Redingot gibi, bonjur gibi, smokin gibi, frak gibi. İşte şapkamız diyenler vardır. Onlara diyeyim ki çok gafilsiniz, çok cahilsiniz, onlara sormak isterim. Yunan serpuşu olan fesi giymek caiz olur da, şapkayı neden olmaz, diyerek Şapka Devriminin ilk bayrağını açmıştı.
O gün öğleden sonra İnebolu'da bir deniz gezintisi yapan Atatürk, geceyi de geçirdikten sonra, 28 Ağustos 1925 sabahı Devrekani yoluyla Kastamonu'ya dönmüştü. Taşköprü heyeti Kastamonu'da Atatürk'ü bekliyor ve şehirlerine götürmek için sabırsızlanıyorlardı. Atatürk onların da gönüllerini aldı. Saat 15 te Taşköprü'ye hareket etti. Gece saat 20'de Kastamonu'ya döndü. Ertesi gün de Daday'ı sevindirdi, Belediye binası önünde toplanan halka bir konuşma yaptı.
30 Ağustos 1925 günü Kastamonu Türk Ocağını ziyaretten sonra, Halk Fıkrası binasına gelerek, yine şapka ve kıyafet Devrimi üzerine heyecanlı bir nutuk verdi. Bu nutkunda: (Yaptığımız ve yapmakta olduğumuz inkılapların gayesi Türkiye Cumhuriyeti halkını tamamen asrî ve bütün mâna ve şekliyle medeni bir toplum haline getirmektir. İnkılâplarımızın asıl umdesi (ilkesi) budur. Bu gerçeği kabul edemiyen zihniyetleri tarumar etmek zaruridir..) demiştir. 31 Ağustos 1925 sabahı Kastamonu’dan ayrılırken Lise öğretmeni Cemal’in uğurlama konuşmasına verdiği cevapta da: (Emin olunuz ki size vedâ için elimi uzattığım zaman bu sizden uzaklaşmak için değil, sizinle temasımı bütün ömrümde hissetmek içindir. Kastamonu’da bulunmadığım halde bile, yine sizin içinizde imiş gibi daima duygulanacağım) diyerek Kastamonululara gösterdikleri sevgiden dolayı teşekkür etmiştir.
Atatürk, o gün Ankara'ya dönmek üzere Çankırı'ya geldi.
Aradan bir yıldan fazla bir zaman geçti. 20 Aralık 1926 günü Kastamonu'dan Kastamonu belediye Başkanı Hüseyin (Karagülle) Halk Fırkası Başkanı Refik ve daha 5 kişi bir heyet halinde Ankara'ya geldiler. Milli Eğitim Bakanı Mustafa Necati, Kastamonu'nun Fahri Hemşehrisi idi. Birlikte Atatürk'ü ziyaret ederek Kastamonuluların bağlılık ve sevgilerini ilettiler. Atatürk:
--Kastamonu halkının hakkımda göstermiş olduğu ve muhterem heyetiniz aralığı ile belirttikleri duygulardan dolayı teşekkür ederim. Kastamonu'nun nezih çevresinde geçirdiğim günler benim için unutulmaz hatıralarla doludur. En uygun fırsatta yine memleketinizi ziyaretle Kastamonu halkının temiz sinesinde bulunmak en büyük emelimdir. Kastamonululara selâmlarımın ulaştırılmasını sizden rica ediyorum, dedi.
Kastamonu heyeti, görevini yerine getirerek, hemşehrilerine bu sözü ilettiler.
Kastamonu çocuğu ecdadını tanıdıkça, daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır!
▼
24 Ağustos 2019 Cumartesi
23 Ağustos 2019 Cuma
Nurettin Peker - Kastamonu Havalisi - Giriş Bölümü
ÖN SÖZ
Tarihten ibret almadığımız içün o bizden intikamını almış ve
milletimizi İstiklâl savaşı gibi eşsiz bir boğuşmaya ve yeniden bir tarih
yazmağa mecbur etmiştir.
İstiklâl savaşında kuvvetli ve zaif taraflarımız olmuştur,
îmân ve zaferlerle dolu kuvvetli taraflarımızı övünerek gençliğe anlatır parlak
örnekler verirken eksik ve yanlışlarla dolu zayıf taraflarımızı da üzülerek
gençliğe bildirmek suretiyle ibret dersi vermeği milli bir borç bildim.
Bunun içün kurtuluş savaşımızın yarin topluca bir tarihi
yazılırken ona faydası olur düşüncesiyle Kastamonu Havalisini dolaştığım otuz
sene zarfında Resim ve vesikalar toplamış, ayrıca o günleri yaşamış vazifeli ve
alakalıların hatıralarını almış ve l/Mayıs/1951 de emekliye ayrıldıktan sonra
işe devam ederek Kastamonu Valisi Nurettin Aynuksa ve Askerlik Dairesi Başkanı
Albay Muhib Cantınaz’ın izinleriyle rutubetli mahzenlerde yaptığım yıpratıcı
araştırmalar sonunda elime geçen vesikalardan başka aşağıda adlan geçen
eserlerle, arayıp bulabildiğim zevatın şahsen verdikleri bilgi ve hatıralarıda derleyüp
tarih sırasiyle birleştirerek İstiklâl Savaşında genel durum ile İnebolu ve
Kastamonu Havalisi’nin yararlıklarını belirten bu kitabı yazdım. Ve takım,
Bölük kumandanlıklariyle katıldığım Balkan, Birinci Dünya, ve İstiklâl
savaşlarından sonra Kastamonu Vilâyetinde idare amir ve memurluklariyle geçen
hepsi kırk küsür senelik yurd hizmetime ek olarak bu eseri de katmayı istedim.
Malî kudretim müsait olmadığından dolayı bahsedemediğim bazı
muhit ve başarılı hizmetlerine rağmen hatıralarını atamadığım bir kısım
muhterem zevat vardır. Yazacakları eserlerle bu eksikleri tamamlamalarını diler
ve bu eserdeki konuların dizi ev yazı bakımından görülecek kusurlarını iyi
duygularıma bağışlamalarını sevgili okuyucularımdan reca ederim.
Esere Nasıl
Başlandı
Istiklâl Savaşı sona erince, arzumla kahraman ordudan
ayrıldıktan sonra 924 yılında Hoşalay Nahiyesi Müdürü iken Cide Kaymakamlığınada
vekâlet ediyordum. İdarî bir tahkikat içün 28/Hazjran/1924 tarihinde Cideye
gelen Kastamonu Valisi Fatin beyle Jandarma K. Yarbay Remzi ve Sağlık Müdürü
Sait Beylerle beraberlerinde Açık Söz gazetesi adına Md. Hamdi beyin gönderdiği
baş yazar Hüsnü beyin Furtına yüzünden bir hafta kadar Cidede kaldıkları
günlerde değişik konularda konuşulur ve kurtuluş Savaşının henüz hafızalarda
tâze duran hatıraları heyecanla anlatılırken elimdeki Dokümanları Vali ve
arkadaşlarına gösterdiğim zaman Vali Fatin bey, bu konuda bir kitab yazmamı
tavsiye edince.
(Evet hazırlanıyorum. Şimdiki halde ancak memuriyetimi
yapmağa vakit bulabiliyorum. Birgün sağlıkla emekliye ayrılırsam yazarım. Fakat
Kastamonuda Gazetecilik yapan Hüsnü Bey ve arkadaşlarının hatıralar yazmak,
kitab bastırmak imkânları vardır. Daha önce bu millî vazifeyi yapmaları ve bir
çığır açmaları gerekmez mi efendim? demiştim.
Toplantıda bulunan Hüsnü Bey Açık Söz kolleksiyonlarından
faydalanarak böyle bir eser hazırlayacağını söylemiş ve yardımlarımızı
isteyerek kendine has ve tok bir sesle «Vali beyefendi, bir zamanlar Hamdi beyle
Açık söz gazetesini nasıl çıkardığımızı arkadaşım bilir. Abune yok. Para yok,
harb zengini değiliz. Her şey mangırla olur» demiş ve acı acı gülmüştü.
Vali yardım vaad etti ve yaptı, bende o gün kendisine yüzden
fazla Abone sağlamakla ilk yardımı yapmıştım. O ilk çığırtı açtı. Millet Vekili
iken Ölen Hüsnü ve Fatin beyleri saygı ile anarım.
FAYDALANDIĞIM
KİTABLAR VE EU ESERE ŞAHSEN
HATIRA VE
BİLGİ VERENLER
Büyük Atatürk’ün Tarihi, nutuk ve vesikalarından, Açıksöz
koleksiyonundan, Hüsnü Açıksözün İstiklâl savaşında Kastamonu, Deniz Albayı
Midhad Işıl’ın İstiklâl harbi Deniz Cebhesi, Kâzım Karabekir Paşanın İstiklâl
savaşı esasları adlarındaki eserlerinden faydalanmakla beraber şahsen, rütbe ve
mevki sırası gözedilmeksizin yardım sırasiyle Kastamonu ve Bolu Havalisi
Kumandanı Muhiddin Paşanın akrabası Üstad Cemalettin Saraçoğlu, eski Kastamonu
Vilâyeti Sıhhiye Müdürü Doktor Ferruh Niyazi Ayoğlu, Üstad Abidin Daver, Üstad
İsmail Habib Sevük, eski Açıksöz gazetesi sahibi ve Kastamonu milletvekili Hamdi
Çelen, eski Kastamonu Sultanisi Müdürü ve Milletvekili Telat Onay, Kastamonu Kitaplık
Müdürü İhsan Ozanoğlu, Eski Kastamonu Valisi Nurettin Aynuksa, Ödemiş ağır ceza
Mahkemesi Reisi Emin Tatlı, eski noter Emin Şefik, Güreş Antrenörü şair Fuat
Peker, Kastamonu ve İstanbul Tüccarlarından Cemil Pattaban, ve Tahsin Kırımlı Araç
Belediye Reisi Adil Acar, Ereğlide emekli Jandarma başgediklisi Hasan Ünsalan,
eski Abana belediye Muhasibi Necati Yazıcı, İnebolu Demokrat parti başkanı Ali
Gözlük, Acente kâtibi Hüseyin Daylan, Ankarada mütehassıs Doktor Ertuğrul Arat,
İnebolu’da Tüccar Selâhattin Tümer, Kaymakam Selim İmece, Inebolulu Ahmet
Soğangöz, İstanbul Kereste tüccarlarından Adil Tığlı, Müteahhit Inebolulu kölenin
Memhet Gürsoy, emekli Mehmet Tırmandı, Tüccardan Mehmet Kâhyaoğlu, Abanalı
Mehmet kahraman kaptan, Inebolulu Baş öğretmen Şükrü Tekkanat, kahveci Mustafa
Reis, İnebolu Kayıkçılar loncası reisi Kâhyanın Mustafa Bilâc, eski Sinop
Mektupçusu Hüseyin Hilmi Uluğ, Kastamonu U. M. üyesi Lütfü küre Eminoğlu,
Hattat Emrullah Demirkaya, Devrekânide manifotracı Recep durusu, Tüccardan Numan
Kulaksızoğlu, İnebolu M. M. Yüzbaşı Mahmut Tuğcu, İstanbul’da emekli Albay
Mustafa Arslanoba, Emekli Tüm General Seyfettin Çalbatur Hasköy Un Fabrikası
Müdürü eski İstanbul Millet vekili Hamdi Gürsoy, Ankara’da emekli topçu Albay
Kâni, Bilecik Millet Vekili: Emekli Kor General Yümnü Üresin, Kütahya Millet
Vekili emekli Or General Asım Gündüz, İstanbul’da emekli Kor General Osman
Gürler, Emekli Tüm General Fuad Peközer, emekli Tüm General Seyfeddin Akkoç,
eski Kastamonu Millet Vekili Abidin Binkaya, Zarbana Muhtarı Sadullah Reis,
Emekli Tuğbay Asım Kazancıgil, emekli Albay Doktor Nuri Arkan, emekli kıdemli
Binbaşı Yakup Batur, Emekli Albay Doktor İbrahim Koşumdok, Cide D. P. Bşk Ali
Nazım Gürçay. îstanbulda Milis General Cevat Rıfat Atılhan. Üstad Eşref Edib.
Bu zevatın ilgi ve bilgi veya kolleksiyonlarından
faydalandığımı yazarken değerli yardımlariyle tarihimize yaptıkları hizmeti
taktirle anar ve bunlardan eserin tab’ından evvel ölenlerin ve İstiklâl
savaşında Şehid düşenlerle büyük Dâhî Atatürk’ün mübarek ruhlarını saygı ile taziz
ederim.